İktidarın derinleşen krizleri ve yaklaşan seçim gündemi nedeniyle ittifaklar, seçimler ve programlar hararetli şekilde konuşulmaya başlandı. Daha önce sakin şekilde yürütülen tartışmalar hararetlendi. İyi de oldu.
Ülkedeki işçi sınıfının örgütsüzlüğü kolayca tespit edilir bir gerçek. Hemen her yerde sendikalaşma oranları ortaya seriliyor.Emekçilerin yalnızca yasada yazan haklarının alınmasının bile ne kadar zorlaştığı söyleniyor. Tüm bunlara ek olarak ülkede sosyalist kurumların yeterince etkiye sahip olamadıkları anlatılıyor. Bunların hepsi doğru.
Güncel olarak dünyada kapitalizmin, ülkede iktidarın büyük bir kriz içerisinde olduğu, başta ekonomideki durum olmak üzere bir toparlama gerçekleştiremediği de çokça anlatılıyor. Ekonomik kriz sonu görünmeyen bir yolda derinleşiyor. Dışarıda emperyalist bloklar gün geçtikçe Erdoğan’a daha az taviz veriyor gibi görünüyor. İktidar blokları arasında çıkar çatışmalarının ayyuka çıktığı, ifşaların ardı ardına geldiği ortada. Erdoğan rejimin oy tabanının eridiği ve sona yaklaştığı görülüyor. Tüm bu sorunlar AKP’yi daha da baskıcı uygulamalara götürüyor. Bunlar da doğru.
“AKP gidiyor” tezi oldukça yaygın. Bir soru “nasıl gidecek?”, diğer soru “gidince yerine ne gelecek?”. En sonunda da bu krizlerin çözümünün yalnızca AKP’nin gitmesi ile gelmeyeceği, düzen muhalefeti eliyle sermayenin egemenliği sürdüğü sürece ülke ekonomisinin krizlerden çıkamayacağı belirtiliyor. En doğru tespit de bu.
Ancak bundan sonrası oldukça tartışmalı. Tüm bu tespitleri kabul eden birçokları yukarıdaki akıl yürütmenin sonucuna ulaşmaktan kaçınıyor. Bu sonuç gün gibi ortada. Eğer tüm bu krizler yaşanıyorsa, AKP’nin gidişi bu krizleri çözmeyecekse ve işçi sınıfı bu sürece etki edemeyecek kadar örgütsüz ise ilk amacımız sendikalarıyla, birlikleriyle, partileriyle örgütlü ve güçlü bir işçi sınıfı mücadelesini kurmak olmalı. En azından böyle büyük bir boşluğu doldurmaya nereden başlanacağı belirlenmesin mi?
Nesnel durumun gereğinin yapılmasına, birçok argümanla karşı çıkılıyor. AKP karşısında en güçlü blok kim ise, onun öne sürdüğü tezin etki alanı solu da kaplıyor. Demokrasi mücadelesi, emekçilerin kolektif siyasetine karşıt koyuluyor. İşçi sınıfının örgütsüzlüğü, işçi sınıfının örgütlenmemesine bahane yapılıyor. AKP’nin önüne çıkan krizleri aşmak için yöneldiği baskı politikaları, emek siyasetiyle ilgili görevleri arka plana itiyor. Ekonomik kriz ve sermaye blokları ile ilgili yapılan tespitler bile rotayı işçi sınıfına kaydıramıyor.
Yaklaşık iki yıl önce yaptığımız ekonomik kriz değerlendirmesinin sonuçlarını şu anda yaşıyoruz. Beton rantına dayalı ekonomi çöktü, daha doğrusu ancak en ölümcül ilaçlarla ayakta tutulabiliyor. Aynı değerlendirmemizde, “üretenlerin örgütlü gücü, krizler yaratan bu gidişata el koyacak” diyerek emekçi halkın politik programını öne sürmüştük. O gün ele alarak başladığımız, işçi sınıfın kolektif ve siyasal mücadele zeminlerini yaratma hedefimiz, bugün filizlerini veriyor. Halihazırdaki yapıların iyileşmesini beklemeden, sıfırdan kurup ilerlettiğimiz sendikalar kısa sürede büyük bir etkiye ulaştı, iş kollarındaki işçilerin adreslerinden oldu. İşçiler, yepyeni ve adı “ünlü” olmamış sendikalara üye olabiliyormuş. Elbette, işçi sınıfının hak arama mücadelelerini, kolektif emek siyasetine taşıyacak yapılarının da yolundayız. O yollar da açılıyor, açılacak.
Somut durumun gerektirdiği yöne rotayı kırabildik. O zamandan bugüne geçen süreç bizim doğru yönde yürüdüğümüzü gösterdi. Elbette tüm bunlara rağmen yolun başında olduğumuzun farkındayız, daha önümüzde uzun bir yol var. Ama hiç yola çıkmamış olanlara örnek olsun isteriz. Yola çıkmadan varılacak hiçbir hedef yoktur. Bundan sonra da aynı özgüvenle ilerleyeceğiz.