Emekçi Hareket Partisi’nin Amacı,

Marksizm-Leninizm ışığında ve işçi sınıfının önderliğinde, kapitalizmi, sınıfları, sömürüyü, yabancılaşmayı ve tüm ezen ezilen ilişkilerini yeryüzünden silip komünizme ulaşmaktır.

Emekçi Hareket Partisi,
Enternasyonalist, demokratik planlamacı, özyönetimci, özgürlükçü, çoğulcu, kadınların kurtuluşundan yana, LGBTT toplumuna yönelik ayrımcılığı reddeden, bürokrasi karşıtı, demokrasiyi içselleştirmiş bir sosyalizmi benimser.

Yöneten yönetilen çelişkisini, eşitsizlikleri, kafa emeği ile kol emeği, şehirler ile köyler arasındaki farkları, faşizmi, ırkçılığı, şovenizmi, sömürgeciliği, erkek egemenliğini, heteroseksizmi, gerontokrasiyi, doğaya tahakkümü, militarizmi, sınırları, emperyalist savaşları ve onların yarattığı şiddeti ortadan kaldırmak için mücadele eder.

Emekçi Hareket Partisi’nin Yolu,

Türkiye’de, emperyalist-kapitalist tekelci burjuva hakimiyetini, üretim araçlarının özel mülkiyetini, mevcut üretim ve bölüşüm ilişkilerini, emekçilerin kendi özgücünden başka güçlere bel bağlamadan, burjuvazi ve burjuva devletten bağımsız örgütlü mücadelesiyle aşarak, sosyalist devrimle emekçilerin iktidarını kurmanın engebeli, dolambaçlı, sarp ve devrimci yoludur.

Emekçi Hareket Partisi,
Kesintisiz devrim kurgusunu temel kabul eden, işçi sınıfının öncülüğünü ve iktidarını esas alan, üçüncü bunalım dönemi olan son uzun daralma sürecinin devam ettiği çözümlemesini yapan, Kürt hareketini ittifakı olarak gören, aktüel enternasyonalist, kadınların, gençlerin, LGBTT toplumunun ezilmelerinin özgüllüğünü kuramlaştıran ve örgütlü olarak politize eden, sistem karşıtı ekolojist, Marksist-Leninist teorinin büyük ve bütünleştirici teori geleneğine bağlı, platonik üye ilişkisini reddeden, demokratik merkeziyetçi örgüt işleyişine sahip, teorik ve politik birliği olan bir partidir.

İnsanlığı Krizlerden, Savaşlardan ve Emperyalizmden Kurtarmak İçin
Tek Yol Devrim

Dünya’nın Hali Nedir?
Dünyanın üzerinde bu kez komünizm değil emperyalizm ve savaş heyulası dolaşıyor

Ne acıdır ki dünyayı analiz etmeye giriştiğimizde, yeryüzünü sarmış keder verici gelişmeleri ele alarak işe başlamak zorunda kalıyoruz. İnsanlığın yaşadığı dertlerin bütün yeryüzünü sarmış hali olan emperyalizm hala tarihten silinemedi.

Bir türlü diyetini ödeyemediğimiz emperyalizm cezası nedir?

En önce şunu belirtmek gerekiyor: Güncel olarak emperyalizmin, temel çelişkileri ve eşitsizliklerini hafifleten ya da yumuşatan yeni bir aşamasıyla karşı karşıya değiliz.

Sömürücü sınıf sözcülerinin ve maalesef bazı sol çevrelerin ileri sürdüğü gibi, emperyalizmin çelişkilerinin hafiflemiş olduğu “küreselleşme” aşamasına gelmiş olduğumuz tezi doğru değildir.

Aslında bu küreselleşmeci ideoloji sanıldığı gibi yeni ve özgün de değildir. Birinci Paylaşım Savaşı öncesinde Marksist hareketin reformizm ve Leninizm olarak bölünmesinin temelinde Lenin’in II. Enternasyonal içinde Kautsky ve Bernstein gibi ünlü isimlerle, emperyalizmin niteliği üzerine yaptığı şiddetli tartışmalar vardır. Bu günkü küreselleşmeci solun tarihsel kökenleri, Kautsky’nin temsil ettiği; ekonomi içerisinde tekellerin, tekeli, zoru ve fethi dışlayan bir politik tutumla bağdaşabileceğini ileri süren II. Enternasyonal reformizmine dayanmaktadır.

Emperyalizm:

  • Tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı
  • Sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı
  • Dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu
  • Dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir

Emperyalizm, serbest rekabetin tekele dönüşmesi; şiddetlenmiş rekabetin emperyalistler arası dünya çapında bir savaşa yol açması ve sermaye ihracının birinci plana geçmesi şeklinde, kapitalizmin esas özelliklerinden bazılarının kendi tam karşıtlarına dönüştüğü bir aşamadır.

Emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır

Dünya Çapında Yaşanan Ekonomik Kriz 
Genel anlamda krizi, ekonomik istikrarın bozulması, devam eden bir sürecin iç çelişkiler ya da dış etkenlerle kesintiye uğrayarak yerini belirsizliğe ve dengesizliğe bırakması şeklinde tanımlayabiliriz. Kriz asıl olarak kapitalist gelişme süreci içinde felaketvari bir çöküş anı değil toplumsal varoluşu sürekli istikrarsızlığa sürükleyen kapitalizme içkin bir eğilimdir.

Dünya, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında genişleyen ve büyüyen ekonomik süreç 1970’lerin başlarından itibaren tersine dönerek büyümenin durması ve gerilemesi noktasına gelmiştir.

Az sayıdaki büyük sermaye grubu dünyadaki üretim alanlarını denetimleri altında tutarak, ürün fiyatlarının fiyatının düşmesini engellemek ve karlılıklarını sürdürebilmek amacıyla yatırım yapmaktan kaçındılar. Bu da talep sorunu yaratarak dünya ekonomisini bir durgunluğa sürükledi. Soğuk savaş koşullarındaki artan silahlanma, borçlanma ve israf ise durumu geçici olarak idare edebildi.

Mevcut sermayenin kullanılabileceği alanların kapitalizmin iç dinamiklerince geliştirilememesi sistemin belirleyici tıkanıklığıdır. Sermayenin çok köklü bir tercihle üretime değil, finansal spekülasyona yönelişi büyük altüst oluşlar yaratacak niteliktedir. Kapitalizmin yeniden üretimi gerçekleştirmesinin motivasyonunu sağlayan, kâr amacıdır. Bu niteliksel özellik, kapitalizmi, ihtiyaca göre üretime değil, kârı maksimize etmeye yöneltmektedir. Kapitalizmin ideologlarının sistemin zaafını örtmek için ileri sürdükleri ‘piyasaların’ üretimi düzenledikleri iddiasının safsatadan ibaret olduğu yakın dönemde ortaya çıkan yıkıcı ekonomik krizlerle belgeleniyor.

Yeryüzünde kapitalizmin ‘piyasaların’ dışına sürdüğü milyarlarca insanın temel ihtiyacı karşılanamazken, insanlığın yarattığı kaynaklar fazla üretimle çürümeye terk ediliyor veya kapitalizmin varlığını korumak için nükleer ve konvansiyonel silahların geliştirilmesine ve üretimine heba ediliyor.

Üçüncü Bunalım Dönemi Sürüyor
Dünya kapitalist sistemi daha önce de girdiği büyük krizlerden, büyük yıkımlarla çıkabildi ancak. 1873-1896 yıllarında yaşadığı kriz sistemi Birinci Dünya Savaşı’na doğru sürükledi. Bu birinci bunalım dönemidir. Hemen ardından ortaya çıkan 1929’daki kriz ise İkinci dünya savaşına sebep oldu. Buna da ikinci bunalım dönemi diyoruz. 70’lerden itibaren uzayarak gelen ve dünyaya yayılan finans alanındaki kriz ile en aşırı şekline bürünen dönem ise kapitalizmin üçüncü bunalım dönemidir. Bugün olan bitenler üçüncü bunalım döneminde cereyan edenlerdir. 2008 yılında ABD’de patlak veren kriz üçüncü bunalım döneminin en büyük volkanik patlaması olarak kabul edilebilir.

Aslına bakacak olursak 1970’lerle başlayan son uzun bunalım döneminin sürdüğü ayan beyan ortaya çıktı. 2. Paylaşım Savaşı’nın yıkımı üzerine kurulan “saadet devri” 1960’ların sonlarına doğru ömrünü tamamlamıştı. O zaman dilimi kapitalizm açısından tartışmasız bir düzeyde genişlemeydi. 70’lerle başlayan zaman dilimi ise dramatik bir farkla krizi işaret ediyordu. Bu başlangıçtan itibaren dönemi izleyecek olursak dünya kapitalizminin kendisini başka bir “saadet devrine” taşıyamadığını görebiliriz. Mevcut ağır ve hasta cüsse dereden atlayamadı.

Finansal Spekülasyon / Karıncanın Kanatlanması
Kar oranlarındaki düşüş kapitalistleri o kadar irrite etti ki çok keskin bir viraj aldılar. Bankalar o güne kadar Hispaniklerin ya da siyahların oturduğu mahallelere şube bile açmazken kapılarını çalıp, ya telefon edip yüksek faizle ev kredisi vereceklerini söylediler. O yoksul insanlar bir ev sahibi olabilmeyi düşündüler ilk defa ve elbette ki kabul ettiler. Irkçı dışlama sona erdi, ırkçı sömürü başladı. Kapitalistler için onların ırkının, gelir düzeylerinin ve geri ödeme kapasitelerinin önemi yoktu. İnsanı insan olmaktan, emekçiyi emekçi olmaktan ve en sonunda tüketiciyi dahi gerçek bir tüketici olmaktan kopardılar. Tüketici kabul ettiklerinin artık gerçek bir tüketici vasfında bile olması gerekmiyordu. Onlar için artık tüketici bile bir nominal değerdi. Nominal tüketicilere kağıtları imzalatmak yeterliydi. Aslına bakacak olursanız artık kâğıtlar dünyası ile evler dünyasının hiçbir alakası yoktu. Zaten bankacılar da bunu biliyor ve bilmek ne kelime buna güvenerek iş yapıyorlardı. Bu şekilde üreyen kâğıtların değeri 1.000 trilyon dolar değerine ulaştı. Bu rakam dünyanın son 20 yıllık toplam üretimin değerine eşittir. ABD Merkez Bankası başkanı Greenspan bunu “bankaların sorumsuzluğu” olarak açıkladı ama tabi bu da bankaların etik ya da duygusal yönlerinden yola çıkan idealist bir açıklamaydı.

Finans dünyasındaki aktör, nakit veya nakde dönmesi çok hızlı olan parasal sermayedir. Tüm değerlerin büyük bir hızla paraya çevrildiği yer olan borsa bütün değerlerin emek gibi herhangi bir dışsal referansı yoktur. Finansal piyasa değerin değerinin olmadığı bir yerdir. Değer burada istikrar, süreklilik, nesnellik üzerine değil; istikrarsızlık, uçuculuk ve öznellik üzerine kuruludur.

Sermayenin gerçek her türlü üretim ilişkisinden koparak finansallaşması 2008 kriz patlamasını karakterize etmektedir. Ekonomik hareketlilik asıl olarak hisse senetlerinin, tahvillerin, kredi vermenin, borçlandırmanın, faaliyet dışı gelirlerin ve borsanın alanına kaymıştır.

SSCB’nin Çöküşünden Sonra Azgınlaşan Emperyalizm
1917 Ekim Devrimi’yle birlikte sosyalizme adım atarak insanlık tarihine yeni bir sayfa açılmıştı. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da yaşanan çözülmeyle birlikte tarihsel bir  dönem kapanmış oldu. Bu gelişme, işçi sınıfı mücadelesinin yaşadığı tıkanıklığa kendi çözümünü üretememesinden kaynaklandı.

1990’lara kadar ABD’ye karşı askeri, siyasi ve iktisadi bir güç olarak denge oluşturan Sovyetler Birliği, dünyanın iki kutuplu jeopolitik denge üzerinde şekillenmesinin öznelerinden biri oldu. Paris Komünü’nden sonra işçi sınıfının iktidarı ele almasının dünyada yol açtığı muazzam dönüşüm 20. yüzyılın karakterini belirledi. Devrimin önderleri tarafından saptandığı gibi kapitalizmin yeterince gelişmediği topraklarda gerçekleşen bu büyük atılımın, ekonomik, kültürel ve sosyal geriliği aşmaya olanak sağlayacak ileri kapitalist ülkelerdeki devrimlerin gerçekleşememesi sonucu ortaya çıkan yalıtılmışlık, yaratılan ekonomik gelişmenin de askeri-sınaî sektörde merkezileşmesine yol açtı.

Toplumsal kaynakların askeri harcamalarda yoğunlaşması sonucu toplumsal ihtiyaçların üretimi zaafa uğradı. SSCB, varlığını sürdürme yolunda dünya halklarının desteği ve atılımlarını esas almak yerine askeri gücünü kuvvetlendirerek, büyük devlet politikasını esas aldı. Bu da bütün kurumlarında bürokratikleşmenin derinleşmesine zemin hazırladı. Olumsuz şartlardan beslenen bürokratik katman, devrimin hedeflerinden uzaklaşarak eşitsizliğin rantından fayda sağlarken, statükonun savunucusu oldu.

Eski rejimlerden çok daha üstün bir demokrasinin kurulması bir yana, parti, en başta kendi kadrolarını şiddet uygulayarak tasfiye etti ve bu süreç bütün toplumsal alanlara yayılarak demokrasinin giderek daha da kısıtlanmasına yol açtı. Bütün bu şartların etkisiyle, Sovyetler Birliği kuşatma ve rekabete daha fazla dayanamayarak sahneden çekildi. Buna bağlı olarak da emperyalizm büsbütün sınır tanımaz hale geldi. Emperyalizmin sözcüleri açıkça “tarihin sonu”nu ilan ederek, insanlığın kapitalizmden başka bir çıkar yolunun olmadığını anlatmaya başladılar. Bu koşullardan hareketle emperyalizm, dünyayı kendi mantığı çerçevesinde yeniden düzenleyecekti ve bunun adı da (YDD) “Yeni Dünya Düzeni”ydi.

YDD fikri ile hayata geçirilmek istenenler, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da yer alan, bürokrasinin hakimiyetindeki ülkelerde yaşanan çözülmeden önce de gündeme girmiş durumdaydı. Emperyalistlerce her alanda dünya halklarına karşı yeni saldırı mekanizmaları devreye sokuluyordu. Dünyayı emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemenin istek ve iradesi olan YDD, insanlığın bütün etkinliğini piyasanın ve kârın konusu haline getirmek istemekteydi.

ABD, tam bir hakimiyet yaratmak için, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin, emperyalist ilişkilere sunduğu piyasa imkanı dışında kapitalizmin seçeneksizliğini pervasızca ilan eden büyük bir ideolojik-siyasal zafer kazanıldığı duygusuna sahip oldu. ABD kendince stratejisini oluşturmaya çalıştığı önümüzdeki on yılların dönemeçlerine, bütün bu var olan avantajlı tarihsel gelişmeleri arkasına alarak çıkıyordu

Emperyalizme göre “sosyalizm ölmüştü”
Artık “emperyalizm” gibi sevimsiz aşamaları da geride bırakmıştık. Bundan böyle “bilgi çağındaydık”, “sanayi sonrası toplumdaydık” ve “millennium’a giriyorduk ”.
Yeni bir dünya düzeni bize müjdeleniyordu

Emperyalizmin Yeni-Liberal Saldırısı
YDD’nin ekonomik düzeyi yeni-liberalizmdi.
Yeni-liberalizm stratejisi: Kriz içindeki uluslararası sermayenin, yeniden yapılanmasını sağlamak ve emekçilerin sınıflar mücadelesinde biriktirebildiği kazanımlara saldırısının yolunu açmak üzere; bütün engellerin kalktığı, meta, para ve üretim sermayesi akımlarının serbestleştirildiği politikaların bütünüdür.

Emperyalizmin bu politikaları:

  • Ulus-devletlerin, kaynak transferleri, ortaklık oranları, sektörler konularında kural ve sınırlar getiren, gümrük koyan özelliklerinin aşılması; sermayenin uluslararası düzeyde her türlü kısıtlamadan kurtularak, yüksek bir akışkanlık içinde daha az kar, verimlilik ya da direnişle karşılaştığı her yerden daha uygun yerlere doğru hızla kayabilmesi
  • Sermayenin sermayedardan bağımsızlaşabildiği akışkanlığa karşılık; ulusal ekonomilerin sınırları içindeki, emek gücünün emekçiden bağımsızlaşamadığı koşulların emekçiler aleyhine kullanılması
  • Ulus-devletlerin, burjuvazinin müdahalelerine karşı emekçilerin bazı hak ve kazanımlarını muhafaza eden ve bu müdahaleleri frenleyen niteliğinin aşındırılması, i Uluslararası burjuvazinin, mevcut üretim sürecinin karakteristik mekânı olarak, çok sayıda emekçinin birlikte çalıştığı büyük işyerlerini tercih etmemesi
  • Emekçilerin, çalışma süresini; koşullarını; ücretleri ve üsleneceği işlevi her an sömürücü sınıflar lehine değiştirmek üzere belirsizleştirerek, mevcut üretim sürecinin yeniden düzenlemesi
  • Yedek işsizlik ordusu yaratma ve düşük ücret verilen bölgelerin işçilerini, yüksek ücretlilere karşı kullanma politikaları ile emekçilerin pazarlık gücünün azaltılması
  • Emekçilerin mücadele gücü olan sendikal örgütlülüğün ve toplu sözleşme işleyişinin yok edilmesi
  • Ücretler genel düzeyinin düşürülmesine yönelik olarak “sosyal devlet”in tasfiyesi
  • Emek sürecinde ve iş yönetiminde sömürüyü arttırmak amacıyla, toplam kalite kontrolü ve kalite çemberleri, işçi sınıfını çekirdek ve çeper bölüklere bölme, esnek üretim teknikleri gibi yeni tekniklerin uygulanması
  • Sermayenin eski sektörlerinin daralması ya da tasfiyesi buna karşılık yeni sektörlerin yükselmesi; rasyonalizasyon, otomasyon, genel amaçlı esnek makine sistemlerinin uygulamaya konulması; ülkeler ve ülke içi bölgeler arasında üretimin yeniden yerleşmesi, buna bağlı olarak uluslararası işbölümünün yeniden biçimlenmesi
  • Sendikaların teknolojik rasyonalizasyona engel olamayacağı bir güçler dengesinin yaratılması, i Uluslararası ticaret, para ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi, i Piyasanın uluslararası alanda hükmünü icra etmesinin önünde bir engel olarak duran kamu işletmelerinin özelleştirme yoluyla tasfiyesi olarak özetlenebilir.

 “Küreselleşme” Kavramı İle Yaratılan Teorik Keşmekeş

“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” diyen Marks maalesef yanlış olarak “Demek ki dünyayı yorumlamak fazla önemli değilmiş” şeklinde de anlaşılabiliyor. Oysaki dünyayı doğru yorumlamaya çalışmak son derece zahmetli ve kıymetli bir süreçtir.

 

Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.

Dünyadaki son dönem emperyalist-kapitalist ilişkilerin aldığı biçimlerin sol çevrelerce yetkinlikle yorumlanamayışının nedenlerinden biri de, solun kendi teorik-politik birikimine duyduğu özgüven eksikliğiydi. Geçmiş politik faaliyetinin başarısız sonuçlarıyla yüz yüze gelen sol teorik arka planına karşı da güvenini kaybediyordu.

Sanki bütün geçmiş teorik önermeleri ve eylemi itibarıyla kendini yenilmiş gibi hisseden sol, bu yenilgiler tarihinden kurtularak yeni bir dönem açma ihtiyacı içerisindeydi. Her teorik-politik düzeyde bir yenilik arama ve emperyalizmde de yeni bir aşama keşfetme meylinde bunun etkisi çoktur.

Geçmişle sürekliliği koparanlar bugünü eşsiz sanır.

Modanın sunduğu “malumatı” ayırmadan ve düşüncesizce tüketmeye yönelen bir solla karşı karşıyayız. Bundan beş yüzyıl kadar önce Amerika yerlilerinin aynalar ile renkli boncukların parıltısı karşısında yaşadıkları hayranlık ve sarhoşluk, bunun ardından ateşli silahların geleceğini görebilmelerini engelledi. Bugünkü uluslararası burjuvazinin en son yenilikleri ve gösterileri karşısında duyulan hayranlık bundan hiç de farklı değil.

Bugüne kadar devrimci teoriyi, sürekli hayatta karşılığı olmamakla, ampirik olmamakla ya da en haini fazla iyimser olmakla suçlayan ve her türlü klasik devrimcinin ezberini bozmaya heveslenenlerin “küreselleşme” ideolojisi karşısında gösterdikleri olgunluk takdire şayandır. O müthiş bilimsel kuşkuculuğun bu konudaki yatışmışlığı yerli yerinde.

Dünya çapındaki kapitalist ilişkileri, ABD üniversitelerinin işletme fakültelerinde geliştirilmiş bir kurguyu esas alarak “küreselleşme” terminolojisiyle çözümleyenler; olgulara emperyalizmi stratejik bir kavram olarak kullananlardan farklı biçimde bakıyor olacaklardır.

Bir hata, içindeki doğrunun çekirdeği ne kadar büyükse o kadar tehlikelidir. Elbette ki sermaye dünya çapında yoğunlaşmaktadır; uluslararasılaşmaktadır; finans-kapitalin hakimiyeti artmaktadır. Ancak bunlar zaten devrimci teorinin ele aldığı ve kavramsallaştırdığı konulardır. Ortaya çıkan yeni olgular mevcut saptamaların olgunlaşmış dışavurumlarıdır. Eğer bilhassa bir mucitlik yapılmak istenmiyorsa devrimci teorinin uluslararası düzeyi açıklamak için geliştirdiği kavramların en çok parladığı dönemde; onları solcuların da kullanmayı tercih etmesi yerinde olur

Sol için, “küreselleşme” terminolojisi ile değerlendirme yapmak bir hata.

Mevcut tarihsel, nesnel durumu burjuva ideologlarının iddia ettiği gibi “küreselleşme” aşaması olarak tanımlamak bir başka hata.

Hem öyle tanımlamak, hem de bunun yaramaz değil de aslında yararlı ve hatta solcuların işini kolaylaştıran-azaltan nitelikte görmek apayrı bir hata ve entelektüel-siyasal körelmedir.

“Küreselleşme” aşamasının yararlı yönleri olarak ya da yepyeni bir aşamayı ispat eden olgular diye sunulanlar gerçek hayatla çelişmektedir. Bunları irdeleyecek olursak:

“Küreselleşme” Aşamasının Nitelikleri Diye Sunulan Çarpıtmalara Reddiye

Bölüşüm Çatışmalarının ve Eşitsizliğin Azaldığı Bir Türdeşlik Yoktur:

Lenin, kapitalizmin, savaşla sonuçlanabilecek düzeyde çelişkilerin keskinleştiği emperyalist aşamaya girildiği uyarısında bulunurken Kautsky çelişkilerin yumuşadığından bahsediyordu. Lenin’in emperyalizm analizlerinin savaşla doğrulanmasından çok sonra yine bugün, “küreselleşme” aşamasında olduğumuzu saptayan sol, çelişkilerin yumuşadığını ve hafiflediğini iddia ediyor.

Yeni aşama saptamak Lenin’le aynı ama sonuçlar biraz farklı.

“Küreselleşme” tezini ileri süren kapitalist ideologlar emperyalist ülkelere bağımlı olmanın yerini “karşılıklı bağımlılığın” aldığını iddia ediyor. Bu ele alışla dünya ekonomisinin hiyerarşik ve eşitsiz niteliği göz ardı edilerek, emperyalist ülkelerin hakimiyeti altındaki bütünleşme bütün ülkelerin çıkarı olarak sunuluyor.

“Küreselleşme” tezi, geri bıraktırılmış ülkelerden yapılan sistematik kaynak transferlerinin yarattığı bölüşüm çatışmalarının önemsizleştiğini ve piyasa ilişkilerinin genişlemesiyle sağlanan etkinlik artışlarından herkesin yararlanacağını söylüyor. Emperyalist ülke ve geri bıraktırılmış ülke ayrımları ortadan kalkıyor. Oysa ki son 15 yıl boyunca en gelişmiş bölgelerle dünyanın geri kalan kısmı arasındaki uçurum yüzde 85 artmış durumda ve şu anda gelişmiş kapitalist ülkelerdeki zenginliğe karşılık, dünyanın dörtte biri günde 1 dolarla, yarısı 2 dolarla yaşıyor

Devletler Yok Olmuyor, Emekçilerin Kazanımları Yok Ediliyor:

Emperyalist güçlerin günümüzde emekçilere karşı uyguladığı ekonomik politika yeni-liberalizmken dünya egemenliğini sağlamakta izlediği uluslararası stratejinin adı küreselleşmedir. Bu iki faktör birbirine eklemlenmiştir. Yeni-liberal politikalar aracılığıyla devlet, bir yandan geçmişte kurduğu kamu işletmelerini hızla elden çıkarmakta ve sosyal harcamaları kısarak küçülmekte; fakat aynı zamanda çıkardığı yasalarla piyasalara müdahale ederek ekonominin hangi aktörlerinin uluslararası piyasaya girme koşullarına sahip olacağını politik olarak belirlemektedir. Bu ve buna benzer pek çok müdahale, devletin hem bir bütün olarak burjuvazinin çıkarlarını koruma ve kollama, hem de sermaye sınıfının çeşitli bileşenlerinin çıkarlarının uyumlulaştırılması görevinin sürdüğünü göstermektedir. Dahası, devlet ekonomiye burjuvazinin çıkarları yönünde müdahale ederek emekçilerin ekonomik ve sosyal kazanımlarını törpülemektedir.

Ekonominin ötesinde, başta çürümüş burjuva ideolojisini yaymak ve emekçi halkın bütün olumlu değerlerine saldırmak, bütün politik gelişmelerin haberlerini sermaye sınıfının lehine çarpıtmak üzere devletle bütünleşmiş tekelci basın ve yayın organları ve devletin ideolojisine sıkı sıkıya bağlı tek tip insanlar yetiştirmek üzere örgütlenmiş eğitim kurumları gibi ideolojik baskı aygıtları, çoğu zaman kendini burjuva hukuk kurallarıyla dahi sınırlandırmaksızın şiddet uygulamaktan kaçınmayan güçleri yanında, yasadışı paramiliter çeteleriyle ve dev bir bütçeye sahip askeri aygıtlarıyla son derece büyümüş bir devletle karşı karşıyayız.

ABD İkinci Paylaşım Savaşı’ndan bugüne silahlanmaya 19 trilyon dolar harcama yapmış bir ülkedir ve kısa dönem önceliği daha baskıcı bir polis aygıtı kurmak yönündedir.

Kaçınılmaz, Nesnelliğin Sonucu Bir Aşama ile Karşı Karşıya Değiliz:

“Küreselleşme” kaçınılmaz; tarihin, nesnelliğin, bilim ve teknolojinin zorunlu sonucu bir aşama değildir. Bu nedenle, ‘böyle belirlenime karşı politik mücadele verilemez, verilmesine gerek yoktur’ denilemez. Bu kadercilik ve teslimiyet yaratılmak üzere geliştirilen bir ideolojik çarpıtmadır. Haddizatında, en klasik anlamda kapitalizm gibi nesnel bir belirlenim bile olsa kapitalizme karşı ne yapıyorsak ona karşı da öyle yapardık. Bu çarpıtmaya göre, süreç emekçilerin kazanımlarına saldırıyor olsa bile bu kabullenilmeli; “küreselleşme”nin vaat ettiği demokrasi, insan hakları ve medeniyet gibi olanaklar genişletilmeye çalışılmalıdır.

Kapitalist sistemin ve kaçınılmaz denen sürecin özünü sorgulama yöntemi ortadan kaldırılmak istenmektedir. Gerçekliği değiştirme iradesini önlemek amacıyla, gerçekliğin üzerini örten tutucu bir ideoloji söz konusudur. Mevcut durum özel amaç ve çıkarların gereği olan, özel kararların sonuçlarıdır.

Ekonomik Liberalizm Demokrasiyi Geliştirmiyor:

Liberalizm ile demokrasi arasında tam bir paralellik kuranlar; yeni-liberalizmin yaygınlaşmasından hareketle demokrasinin de kendiliğinden gelişivereceğine hükmeder. Demokrasi alanının burjuvazi tarafından sahiplenildiğini belirlediğinde ise; bunu beklemek, önemsiz destekçisi olmak ya da bu alanla artık hiç ilgilenmemekten başka bir çare kalmaz.

Emekçi Hareket Partisi Program ve Tüzük'ü indirmek için Tıklayınız