Günübirlik Sorunların Kaynağına İnelim

Dünya’nın başına gelen felaketler son yıllarda katlanarak artıyor. Corona virüsü, iklim krizi ve afetler artık eskisinden çok daha fazla sayıda, çok daha fazla etkili. Dünya’nın her yerinden seller ve orman yangın haberleri geliyor. Yarın yeni bir afetin haberini duymamız sürpriz olmayacak. Kimileri dünyanın sonunu kıyamette aramaya çalışsa da maddi sebep hepimizin önünde açıkça duruyor. Kapitalist üretim ilişkileri dünyanın sonunu getiriyor. Yani ‘doğal’ denilen afetler pek de doğal değil. Sermaye sınıfının bitmek tükenmek bilmeyen rekabet ilişkisini ve yarını düşünmeden doğadaki bütün kaynakları sömürmesini artık gezegenimiz kaldıramıyor. Türkiye’de de yaşanan aslında tam olarak bu. AKP , bir sermaye iktidarı olarak, dereleri, toprağı, suyu yok ediyor. Tatil beldelerinde imara açılan alanlarla patlayan nüfus, tek bir dere yatağı bırakmadan döşenen HES’ler, doğaya fosil yakıt salınımında en tehlikeli olan termik santraller… Aklınıza gelebilecek her türlü kötülük bunlardan geliyor. Çünkü tüm bu enerji ve doğa politikalarına bir avuç sermaye sınıfı karar veriyor. Çıkan felaketlerle ise, çoğunluk olan emekçi halk mücadele ediyor.
 
Ne sermaye sınıfı ne AKP iktidarı bu durumdan rahatsız olmazlar. Onlar için rahatsızlık otoritelerini ve karlarını 1 kuruş azaldığı zaman başlar. Gerek ekonomik krizlerin, gerek iklim krizlerinin, gerek afetlerin etkilediği tek bir kesim var o da çoğunluğu oluşturan emekçi halk. Onlar karar veriyor sonuçlarıyla ise oralarda yaşayanlar mücadele ediyor. Yaptıkları tarımın verimsizliğinden tutun da barındıkları, yaşadıkları alanları kaybetmeye kadar çok büyük bir sorun ile karşı karşıyadır halk. Bu felaketlerin muhatabı olan halkın, önünde duran sorun yalnızca yaşadığı alanları kurtarmakla bitmiyor.
 
Maalesef ki, “hemen, acil, son dakika” yapılması gerekenler dışındaki gündemler genel olarak kamuoyunda yeterince popüler değil. Genel olarak toplumun da en “duyarlı” olduğu konu iklim krizi gibi uzun vadeli konulardır diyemeyiz elbette. Ama sorunun kaynağı ile ilgilenmemiz gerektiği de aşikar. Burada suçu kimde aramalı? 
 
Kamuoyunda halkın, kendi yaşam alanları söz konusu olunca müdahale etmesi ama başka zamanlarda bu konularda harekete geçmemesi sıkça eleştiren tuzu kurular var. O eleştirenlerin uzun vadeli planları neler biz de çok merak ediyoruz ama şimdilik konunun ilgili kısmına açıklık getirelim.  Bugün dünyaya hakim görüş maalesef ki neoliberalizmdir. Bugüne kadar herkesin kendisini kurtarmasının esas olduğunu anlatanların hakimiyetinde olan bir dünya düzenindeyiz ve bu sistemle yönetiliyoruz. Mevcut sosyo- ekonomik sistemde bireylerin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Yapabilecekleri tek şey örgütlenerek mevcut sosyo- ekonomik yapıyı ortadan kaldırma olabilir.  
 
Elbetteki bu dünya düzeninde ve aynı neoliberal politikalarla yönetilen Türkiye’de, emekçi halka dayatılan da maalesef ki kendisini kurtarmasıdır. Bunu eleştirenlerin önce bu dünya düzeni ile sorun yaşamaları gerekir. Tüm bunlara rağmen şunu da ekleyelim ki, emekçi halkın “kendi çıkarları” için mücadele ediyor olmasından rahatsız olanlar şöyle büyük bir hata yapıyorlar. Emekçi halkın “kendi çıkarları” için mücadelesi, toplamda kendi sınıfının çıkarlarıyla örtüşür. O “çıkar” toplamda işçi sınıfının çıkarıdır.  Esas sorun sermaye sınıfının çıkarına alınan kararlardır. Onların çıkarları sadece 100-150 şirketin çıkarlarıdır. Emekçi halkın çıkarları ise, dünyanın yüzde 99’unun çıkarlarıdır. Bu açıdan neoliberal dünya düzenini kökten reddetmeden, bu sorunların kaynağı kapitalizmi hedefe almadan emekçi halkı eleştirmek yalnızca bir kısım tuzu kurunun kendisini tatmin kaynağıdır. 
 
Halkımızın günübirlik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalması, bu dünya düzeninin ona dayattığı büyük yüklerin sonucudur. Fakat işin esas felaket yönü kendilerini sosyalist olarak tanımlayanların da esas sorundan uzaklaşıp gündelik sorunlara saplanmasıdır. Onlar isimlerine sosyalist diyorlar ama onlar da yalnızca gündelik sorunlarını esas alıyorlar. Kapitalizmin krizlerini önemsiz bulan, mevcut üretim ilişkilerini ve özel mülkiyet sorununu dile getirmeyi bile çıkmaz ayın son çarşambasına öteleyen bir solcular kitlesi yaşıyor. Dillerinde afili solcu sloganlar ama gönüllerinde yalnızca sosyal demokrasi var. 
 
Gündelik sorunların her birinin bir kaynağı var. O kaynağı işaret edecek olanlar ancak biz çağdaş sosyalistler olabiliriz. Bu kapitalizmi önüne yıkılacak bir hedef olarak almayanlar, ötede dursun. Ve onu değiştirici tek güç olan işçi sınıfını esas almayanlar da öte dursun. Halkımızın gündelik çıkarları dahi, bu kapitalizme onlardan daha büyük hasar veriyor. İşte bu nedenle de tek çözüm onların yani çoğunluk olanın, emekçi halkın, üretenlerin yönetimidir. Kim bu felaketlerle mücadele etmek zorunda kalıyorsa onlar yönetmeli. Emekçi halkın bugüne kadar itiraz ettiği şeyleri değiştirmek için ihtiyacı olan tek şey kolektif gücünü kullanmasıdır. Üretim ilişkilerini değiştirmeyi esas alan, sistemi iyileştiren değil kökten ortadan kaldırarak yaşanabilir bir dünya yaratacak hedef gerekli. Onu var edecek olan da, sosyalizmin ışığında emekçi halkın örgütlü mücadelesi olacak.