2021’in 1 Mayıs’ını geride bıraktık. Şimdi diğer tüm günlerin mücadelesine ışık verecek değerlendirmeleri yapmak gerekiyor. Bu yılın 1 Mayıs’ını siyasi iktidarın yalanlarının, yasaklarının, dayatmalarının topyekün tartışıldığı bir atmosferde karşıladık. Önceki dönemlerde “iktidar ne yapar ne eder o işi istediği gibi halleder” yaklaşımını çok daha fazla duyardık. Son dönem bu yaklaşımın umutsuzluktan başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyor diyebiliriz.
İktidar “ne yapıp ne edip” kendi istediği kararları uygulamaya koyuyor ama meşruiyet yaratamıyor. Aksine, aldığı tekil kararlar dahi topyekün rejim tartışmasına dönüşüyor. Toplumsal ve ekonomik gücünü kaybedişi karşısında mücadele edenlerin her hamlesini kuvvetlendiriyor. AKP’nin yasaklama genelgeleri, eylemlerimizi çekenlerin görüntüleri ile darmaduman oldu. Genelge ilk günden çöpe gönderildi.
1 Mayıs sürecini de bu şekilde karşıladık. Tam kapanma yalanını anlatmaya gerek yok. Pandemiyi kendilerine yasaklama fırsatı olarak görmelerini anlatmaya gerek yok. Ama tüm bunlar karşısında alınan politik tutumları anlatmaya gerek var.
Öncelikle bu ikiyüzlü pandemi yasaklarına karşı itiraz yükseltmeyi, solun bir kesimi sosyal medya çalışmasından ibaret gördü. Buna rağmen “işçiler çalışmaya devam ediyorsa, aşı yoksa, 1 Mayıs da yasaklanamaz” tutumunu öne sürmek herkes için mümkündü. Akşam sabah faşizmin ne kadar ileri düzeye ulaştığını anlatmakla “faşizm” geriletilmez. Baktığımız her yerde zulmün artışını değil mücadele etmenin imkanlarını da görmeliyiz. Bize düşen zulüm saymak değil, ne kadarını boşa düşürebildiğimizi göstermek olmalıdır.
Temsilen meydana çıkıp kameralara poz verenler, meydanın diğer ucunda direnenlere rağmen protokol konuşmalarını yapmaya devam edebildiler. Politik şuur o kadar gerilerde ki o an yaşanan saldırıları; kendi yoldaşlarına, arkadaşlarına, yarın yüzlerine bakacak, beraber yürüyelim diyecek olduklarına yapılan saldırıları protesto ediyoruz, konuşmamızdan vazgeçiyoruz bile diyemediler. İki ayrı dünyanın solcusu ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğinin açıkça kabulüdür bu. Bundan sonra alavereyle dalavereyle “hepimiz aynıyız” demenin mümkün olamayacağı anlamına gelir. Politik mücadele tercihler meselesidir. Ne tavır alıp almadığınızdan başka neredeyse birşey yoktur. “Aynılar aynı yere ayrılar ayrı yere” eski bir atasözü değil güncel bir kuraldır.
1 Mayıs’ta yasaklara karşı durmak gerektiğini düşünenler arasında da farklar vardı. EHP’liler Taksim’i sadece bir zorlamadan ibaret görmedi. Kortejlerinin önünde bir çelenkleri de vardı. Gerçekten bir pandemi engeli ve buna bağlı bir yasak varsa 20 kişilik bir kortejin meydana çelenk bırakması sorun olamazdı. Ama siyasi iktidar için amaç pandemiyi engellemek değildi. Kitlesel 1 Mayıs’ı yasaklarım, politik hedefi olmayan protokole katılmanıza müsade ederim diyordu. Kortejimizle ve çelengimizle bu keyfi yasağı toplum nezdinde açığa çıkardık.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir, 1 Mayıs’lar için Taksim Meydanı sadece semboliktir. 1 Mayıs, emekçilerin siyasal mücadele günüdür. Emekçilerin buluşması esastır. Alanlar bu açıdan önemlidir. Dert emekçi kitlelerin meydana taşınması değilse protokolle 1 Mayıs kutlamanın ne anlamı var?
Bu yıl kitlesel bir buluşma imkanı olmadığı ilan edildiğine göre, meydanları zorlamak devrimcilerin göreviydi. EHP’liler için ‘dünya yansa Taksim’ diye bir tartışma yoktur. Ama baskı var diye Taksim’den kaçmak hiç yoktur. Gereğini tartışmak ve uygulamak diye bir konu vardır. Tam olarak bu oldu.
Baskılar olurmuş, zorluklar olurmuş. Bunu bilmeden devrimcilik sürdürülemez. EHP’liler bu zorlukları; sabırla ve dirençle yenmek üzere, o yollardan, o deneyimlerden çokça kez geçtiler. Tüm deneyimlerin tüm parçaları Parti bütününü oluşturur.
Diğer yandan İstanbul ve Ankara’da meydanları zorlayan yoldaşlar da gurur verici bir çabayla 1 Mayıs kutlamalarına katkı sundular. Herkesin aklına ve emeğine sağlık. Parti, herkesin elinden gelenin en iyisini yaptığı,her küçük akarsuyun bir ırmağı oluşturduğu bütünlüktür. Bu açıdan bulunduğu her yerden bir ses eden, bir selam gönderen tüm yoldaşların da emeğine sağlık.