Yılmaz Güney’in Paris’te yaşamını yitirmesinin üzerinden 37 yıl geçti. Güney, dönemin politik gelişmelerinin de etkisiyle ülkenin sinema tarihinde fazla eşi görülmeyen filmleriyle emekçilerin, ezilenlerin sesini büyütmeye çalışmıştır. Gerektiğinde devrimcileri evinde saklamış, görüşleri nedeniyle yıllarca hapis yatmış ve en sonunda gurbette yaşamını yitirmiştir.
Yılmaz Güney’in yaşamı elbette tüm devrimcilere örnek bir yaşamdır. Elbette bu durum eleştirilerden ve farklı görüşlerin varlığından azade değildir. Günümüzde gözlemlediğimiz bazı yanlış eğilimler; sanatçıların, aydınların veya çeşit çeşit meslek erbabının yalnızca sol görüşlere sahip olma hallerini bile göklere çıkarıyor. Bu göğe yükseltme elbette asıl devrimci siyasetin silikleşmesine sebep oluyor. Sol görüşlere sahip olmak, değerlerini benimsemek ve dayanışma örnekleri göstermek ayrı konu, topluma fikri yön vermek, siyaset önermek, hareket etmek ve politik mücadelenin içinde bir yaşam sürmek ayrı bir konudur. Bu ikisini karıştıranlar en sonunda kendi mücadelelerinde de büyük karışıklıklarla karşılaşacaktır.
Yılmaz Güney’in benimsediği politik fikirler bizim savunduklarımızdan farklılık taşır. Güney, İbrahim Kaypakkaya’dan etkilenmiş ve Maoist bir devrim anlayışını benimsemiştir. Dönemin farklı görüşlerdeki devrimcileri dayanışma içerisinde olmuş ancak farklı yollardan yürümüşlerdir. Güney, devrimci fikirlerin toplum içinde yaygınlaştığı bir dönemde kendi filmlerine de bu fikirleri taşımış ve benzersiz örnekler ortaya koymuştur. Bunların hiçbiri göz ardı edilebilecek durumlar değildir. Bu nedenlerle bugün de Yılmaz Güney’i saygıyla anıyoruz.