Geçen yıl salgın nedeniyle düzenlenemeyen Tokyo 2020 Olimpiyatları bir yıl sonra bu sefer de yeni varyantların korkusunda düzenleniyor. Dört yılda bir yapılan Olimpiyatlar genelde çeşitli skandallarla, ülkeler arası politik rekabetlerin yansımalarıyla ve müsabakalardaki olaylarla gündeme gelir. Ancak Tokyo 2020’i bu seferlik dünyadaki geniş kitlelerin sporla ilişkilerini ele alma imkanı olarak değerlendireceğiz.
Olimpiyatların bize ilk düşündürdüğü mesele, Türkiye’nin spor politikaları; yani çeşitli spor dallarının desteklenmesi, insanlara bunlara katılacak imkanların açılması, sporun teşvik edilmesi gibi gündemler. Tabloya baktığımızda ise durumun tamamen futbol kulüplerinin, yani birkaç zenginin kendilerine ekonomik ve sosyal ayrıcalıkları yaratmak için kullandığı o dev şirketlerin insafına kaldığı görülüyor. Futbol dışında öne çıkan birkaç spor dalı da ancak reklam geliri toplayabilecek ancak yine de futbola göbekten bağlı bir organizasyonları olanlar oluyor. Olimpiyatlardaki disiplin sayısı ise 42, ayrıca olimpiyatların bile tüm spor dallarını kapsadığını iddia edemeyiz. Ülkedeki spor politikalarını en iyi özeti, bu 42 branştan yalnızca 18’ine sporcu gönderilmiş olmasıdır. Bu rakamlar, spor yapabilmenin ne kadar küçük bir kesime açık olduğunu kanıtlar.
Elbette olimpiyatlar yalnızca Türkiye’nin yetersiz spor politikalarını değil dünyadaki durumu da gündeme getiriyor. Birçok ülkede çıkan doping skandalları ülkelerin kendi propagandalarının sporcuların sağlığının önüne koyulduğunu gösteriyor. Daha geçen yıllarda ABD’de ortaya çıkmış jimnastik olimpiyat takımları içindeki cinsel istismar iddiaları ise sporcuların karşı karşıya kaldıkları koşulları örnekliyor.
Hayatımızın birçok alanında olduğu gibi, olimpiyatlara ve genel olarak sporun çok sayıdaki dallarına damgasını vuran asıl olgu kapitalist düzendir. Spor yapma hakkı geniş kitlelere verilip yaygınlaştırılmıyor. Yalnızca ülkelerin arasındaki rekabete destek olacak, o da olmazsa şirketlerin sponsorluğunda kar ürettirecek şekilde kısıtlı sayıda yetenekli insana açılıyor. Bu hakkı kazanmak ise tamamen piyasa kurallarına tabii bir hayatı getiriyor. Kar ve başarı baskısı sporcuların sağlığını tehlikeye atıyor.
Herkesin nerede yaşarsa yaşasın, istediği bir disiplinde spor yapabilme, bunun imkanlarına ulaşabilme hakkı, özgürce kendi dalında ilerleyebilme ve kendi kulvarında rekabet edebilme hakkı vardır. Aynen bir meslek seçebilme, kültürel bir faaliyetle uğraşabilme hakkı olduğu gibi.
Dünyadaki spor politikaları, tüm insanların spor faaliyetlerine özgürce katılabilme haklarını verebilecek şekilde düzenlenebilir. Sporcuların yalnızca ülkelerin politik rekabetlerini değil, insanlığın ve sporun ilerlemesini amaç edinebilecekleri bir olimpiyat turnuvası da düzenlenebilir. Olimpiyatların gerçek anlamı tüm insanlığın bu özgürlüklerini kazandıkları bir düzende ortaya çıkacaktır.