Küba’da hükümet karşı yapılan kısıtlı protestolar, ABD’nin dış politikasıyla uyumlu olarak meseleyi ele alması ile tüm dünyada ve ülkemizde gündeme geldi ve olduğundan büyük çaplı bir şekilde gösterilmeye çalışıldı. Hükümetin çağrısıyla destek amaçlı eylemler de düzenlendi. Başlayan protestolar her ne kadar geniş çaplı bir ayaklanma olarak yansıtılsa da ne düzeyde süreceği şimdilik belirsiz.
Küba, ABD’nin arka bahçesi olarak gördüğü bir yerde kazanılmış bir devrim örneği olarak sürekli emperyalizmin tehdidi altında. Küba’nın tarihi özellikle Fidel Castro’ya yönelik çok sayıda suikast girişimi, ülkeyi işgal denemeleri ve dışarıdan müdahaleler ile dolu. Son yaşanan eylemlerin ele alınışı da ABD’nin bıkıp usanmadan aynı politikaları devam ettirdiğini gösteriyor. Bu politikalar sadece Küba’da değil, Güney Amerika’nın birçok ülkesinde solcu liderlere karşı uygulamada. ABD dünyanın her yerinde neoliberal politikalara karşı patlayan ayaklanmaları görmezden gelirken, kendi çıkarlarına uyabilecek en küçük eylemi bile tüm dünyaya geniş çaplı isyan dalgaları olarak pazarlıyor.
Elbette Küba’nın ABD’ye karşı savunulması, oradaki ekonomik ve siyasal sorunların olmadığını, her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemek değil. Ancak bu sorunların bir çoğunun zaten yine ABD’nin başını çektiği ambargolardan ve türlü çeşitli kısıtlamalardan kaynaklandığı da görülmeli. Küba’daki rejim tüm eksikleriyle bile yaşamın tüm yönlerini serbest piyasa açısından yorumlayan kapitalizm örneklerinden daha insancıldır.
ABD’nin Küba’da ve Güney Amerika’daki müdahaleleri halkların direnişiyle karşı karşıya gelmeye mecburdur. Emperyalizmin saldırıları devrimi savunan Küba halkını aşamayacak.