Boğaziçi Ağacı

 Bugün Boğaziçi’nde kayyım Melih Bulu’nun atanmasına karşı direnişin 100. günü. Boğaziçililer deyim yerindeyse nice badireler atlattı. Aynen sloganlardaki gibi gözaltılar, tutuklamalar ve baskılar mı dersiniz; YÖK, polis ve medya ablukası mı dersiniz; tam 100 gün mücadele verildi ve bugüne gelindi. Kendiliğinden bir itiraz hareketi olarak 100. güne o ve bu şekilde varabilmek bir başarıdır. 

 
Kendiliğinden bir itiraz hareketi olmanın çeşitli avantajları ve dezavantajları vardır. Boğaziçi direnişi de ilk yüz gününde avantajlarını en yüksek düzeyde içinde bulundurmuştur. Canlıdır, yaratıcıdır, toplumun tüm kesimlerinden destek almış ve hiç beklenmeyen bir dönemde ülke gündemine oturabilmiştir. 100 günün sonrasında ise artık hareketin kaderini belirlemede avantajlar değil dezavantajlar baskın gelecektir. Örgütsüzlük, siyasi fikrin belirsizliği, dağınıklık ve sürekli bir yapının olmayışı… Boğaziçi’ndeki direnişin önündeki sorunlar bunlar.
 
Bu sorunların çözümü kolay ve basit değil. Coğrafyamız kendiliğinden hareketlerin bolca görüldüğü, örgütlenme alışkanlıklarının yaygın olduğu, siyaset yapma imkanlarının çok olduğu bir yer değil. Hatta neredeyse bir çöl gibi. Nadir sayıda ortaya çıkan itirazlarda da durum sağlıklı bir orman ekosisteminden çok bir bataklığa benzer. Her türlü zararlı ot yetişmiş ve çevreyi sarmıştır. Kendilerinden başka hiçbir şeyin büyümesine izin vermezler. Bu elverişsiz ortamlarda bir fidanın büyüyüp ağaç olabilmesi çok zor. Ama 100. güne gelindiyse ve nice 100 günlere yürünmek isteniyorsa, Boğaziçililerin önlerinde duran görev budur. Fidan sulanmalı, beslenmeli ve gün ışığı sağlanmalı. Zararlı otlar kesilip temizlenmeli. Şansımız düşük ama başka şansımız da yok.