Türkiye’deki tüm haberleşme alt yapısını işleten Türk Telekom firması, koca çeklerin ardında verilen pozlarla, özelleştirmeci ekonomiye yapılan methiyelerle ve borazanlar eşliğinde 2005 yılında özelleştirilmişti. Hisselerinin yüzde 55’i Lübnanlı Hariri ailesine ait olan OTAŞ’a satılan Türk Telekom hakkında sorulan tüm sorular ise “ticari sır” olarak sis perdesi arkasına gizlenmişti.
Türk Telekom’un özelleştirilmesine (ve sözümona kamulaştırılmasına) dair sorular ve endişeler de kuşkusuz çok haklı sorular ve endişelerdi. Zira 11 küsür milyar dolarlık bir şirket olan Türk Telekom, tüm varlığı 2 milyar dolar kadar olan bir şirkete satılmıştı. 2018 yılında ise OTAŞ’ın borçlarını ödeyememesi nedeniyle Levent Yapılandırma Yönetim A.Ş.’ye (LYY) devredilmişti.
Bu devredilmeye kadar giden hikaye ise oldukça ilgi çekici. Türk Telekom’un yanında cüce sayılabilecek OTAŞ’ın neden bu denli büyük bir hisse sahibi olduğu da, OTAŞ’ın kredi borçlarını ödeyemeyen bir kurum olması da, bu durumun siyasal iktidar tarafından hiç sorgulanmamış olması da, Telekom’un devrinden önce sermaye azaltmaya gitmesi ve daha geçtiğimiz günlerde şirketin sessiz sedasız kapatılması da bir hayli ilgi çekici.
Ancak şimdi konuşulan konu ise, Türk Telekom’un Türkiye Varlık Fonu’na devredilmesi. Geçtiğimiz hafta LYY ile TVF arasında imzalanan Pay Satın Alma anlaşması ile bu gerçekleştirildi. Her yerde sorulan soru ise; AKP iktidarı neden özelleştirdi, neden kamulaştırdı? Kamulaştırdı mı?
Ya da başka bir deyişle; Türkiye’nin haberleşme altyapısı neden devredildi, onca yıl sonra neden geri alındı?
Krizlerine çözüm arayan kapitalistler, neo-liberal politikalarla dünya çapında toplumların en temel ihtiyaçlarının teminini dahi kamusal alandan alıp özel şirketlere devrettiler. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim ve haberleşme derken tüm hizmetlerin özel şirketler tarafından verildiği bir gerçeklik ortaya çıktı. 70’lerde başlayan krize karşı önerilen bu reçete, adeta bir zombi olarak halen yürürlükte durmaktadır. Bu politikaların sonuçları tüm dünyada yaşanan ekonomik yıkımlarda, savaşlarda, zenginlik ve yoksulluk arasında gittikçe derinleşen uçurumlarda aranabilir.
Türkiye’nin 90’lı yıllarındaki iktidarların ve AKP döneminin “parlayabilmesinin” en temel nedeni de bu reçeteydi. Bu reçetenin içeriğinde ise, soyguncu şirketlerin “sıcak” ve “hızlı” parasıyla en temel hizmetlerin çok daha kaliteli şekilde verilebileceği iddiası vardı. Ancak gerçek öyle mi? En azından Türk Telekom’dan internet hizmeti alan veya almış olanlar acı deneyimlerini bir hatırlasın. Hizmet kalitesi arttı mı artmadı mı…
Ülkenin tüm haberleşme altyapısını işleten kurum kamudan alınıp özel bir şirkete verildi. Güya hizmet kalitesi artacak, güya bu devasa özelleştirmeden Türkiye kazanacaktı. Ancak olan sadece, AKP iktidarının Türk Telekom’u Lübnanlı Hariri ailesine rant sağlamak için kullanması, soyup soğana çevirmesi oldu. Koskoca şirket, sermayedarların rant turnikesi olarak kullanıldı. Elbette bu 'karlı ticaretten siyasi iktidar mensupları da kendileri düşen payları almıştır.
Hariri’lerin şirketi OTAŞ 13 yıl Telekom’un hayrını gördü, borçlarını ödemedi, şirketi batırıp LYY’ye devretti. Geçtiğimiz hafta da LYY Telekom’u, zaten devletin içerisinde AKP iktidarına içkin bir şirket olarak sayılabilecek Varlık Fonu’na devretti. Bunun adı da Resmi Gazete’de “kamulaştırma” olarak konuldu.
İşte Türk Telekom’un hikayesi, yıllardır sağ iktidarların allayıp pullayarak, farklı kılıklara sokarak halkın karşısına çıkardığı “özelleştirme” politikalarının ne olduğunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımızda: Kamudan al, zengine ver, halktan vergisini alsın, posasına kadar tüketsin ve gitsin.