30 Ağustos, hem ülkedeki saltanata, hem de emperyalistler ve taşeronlarına karşı yürütülen bir savaşın zafer günüdür. 30 Ağustos ile fiili olarak Anadolu’daki işgal kuvvetleri yenilmiş Osmanlı’nın haritalardan silinmesine ve başka bir ülkenin kuruluşuna giden süreç başlamıştır.
Elbette bu sürecin politik, ekonomik ve sosyal her yönü tartışılabilir ve tartışılmalıdır. Ancak şu kesin; koca bir coğrafyanın kaderini şekillendiren, yüzyıllarca sürmüş bir saltanatın, Ortaçağ’dan kalmış bir yönetim anlayışının ve emperyalistlerin Anadolu üzerindeki dolaysız işgalini sonlandıran bir savaşın önemi reddedilemez.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki Mustafa Kemal Atatürk, kendi dünya görüşüne göre bir ülkenin kurulmasına önderlik etmiştir. İmparatorlukların dağıldığı, emperyalizmin dolaysız işgallerle büyüdüğü bir dönemde kurulan ülke, bir ulusal kurtuluş mücadelesinin doğal sonucu olan ulus devlettir. Rusya’daki güçlü sosyalist akımların henüz inisiyatifi alamadığı tarihlerde , bu topraklardaki inisiyatif ilerici fikirler taşıyan bir grup asker tarafından alınmış ve sonuçları da buna göre olmuştur. Sosyalistler için bu süreç, kendinden önce gelen Ortaçağ anlayışına göre bir ilerlemedir ancak nihai bir zafer de olamaz. Kurtuluş Savaşı kazanıldı ancak kurulan ülkede sömürü de, sınıflar da, burjuvazinin egemenliği de devam etti.
Bizim ütopyamız, sömürünün ve sınıfların tarihin çöplüğüne atılmasıdır. Güncel olarak bu koşulun önüne geçen her hedef, yani kapitalizmi yenme iddiasının üstüne yazılan her madde bizi asıl hedefimizden uzaklaştırır ve bir tür ‘aşamacılık’ anlamına gelir. Bizler tüm dünyadaki insanların sömürüden kurtuluşunu, sınıfları ve sınırları kaldıran bir emekçi iktidarını hedefliyoruz, nihai zaferimiz de buna ulaşmak olacak.