Yoldaşça Bir Sanat İçin İlk Adım

Kültür ürünleri, kültür göstergeleri dediğimizde akla ilk gelen şey genelde gelenekler, geçmişten kalan giyim tarzları veya sanatsal eserler olsa da bu kavram aslında yaşamda çok daha büyük bir alanı kapsar. Kültür, insan topluluklarının yaşam gereksinimlerini karşıladıktan sonra, bu yaşam gereksinimlerini karşılama biçimine göre ortaya çıkan her şeydir.  

İnsanların birbirlerine hitap ederken kullandıkları sözcükler kültürdür. İnsanların yedikleri yemekler kültürdür. İnsanların kullandıkları el hareketleri, bedensel ifade biçimleri kültürdür. En önemlisi de, her türden yaşama “ruhunu” veren sanat ürünlerinin hepsi, kültürdür.

Günümüzde sanat, her şey gibi, onun oluşmasını sağlayan ekonomik geri planından bağımsız bir olgu olabilirmiş gibi değerlendiriliyor. Sanatçılar veya sanat yapımları, içinde yetiştikleri ortamın ekonomik koşullarından, politik dengelerinden bağımsız bir kategori olarak ele alınıyor. Daha da kötüsü sanat, bazı iyi niyetli çevreler tarafından, sanki tüm bu ekonomik-politik gerçekliğin dışında bir “kurtarılmış alan” olabilirmiş gibi görülüyor.

Bugün herkesi kişisel uğraşına, maddi durumuna göre değerlendiren ve kalıba sokan mevcut kültür, sürekli olarak sanatın arkasındaki maddi gerçekliği gizlemeye çalışıyor. Bunu bu zamana kadar oldukça iyi başarabildiklerini de söyleyebiliriz.

Neler görmedik ki? Sinemayı ve dizileri ele alalım. Mesela, devasa bütçelerle çekilmiş felsefi mesajlı, “kapitalizm eleştirili” yapımlar mı dersiniz, tuhaf kıyafetler giyen ve insan üstü güçleri olan süper kahraman filmleri mi? Türkiye’deki, hastalıklı aşk hikayelerini normalmiş gibi anlatan kalitesiz dizileri mi, yoksa mekan basan, insan öldüren, uyuşturucu satan kazanovaların hikayeleri mi? Ya da “ortaya karışık” komedi filmleri mi?

Bir de sürekli gelen distopyalar, korku imparatorlukları, alternatif karanlık gelecek tasavvurları... Bunları üretiyorlar çünkü mevcut gerçeklikten farklı olarak hayal edilebilecek her şeyi “DİSTOPYA!!!” diye tanımlamak için hazırda bekliyorlar. O yüzden kapitalist gerçeklik dışında her tür korkunç şeyi büyük büyük, efektli efektli tasavvur ediyorlar.

Bu tekdüzelik, bu vasatlık yalnızca sinema/dizi sektöründe değil elbette. Tekelleşme, geçmişte mevcut olan politik hareketliliklerin yarattığı nesnellik ortamında farklı bir yaşamın ifadesini ortaya koyabilen müzik türlerini, alt kültürleri de kendi bünyesinde eritti. Geçmişte bir tür toplumsal dalganın sesi olabilen, bu tür hareketliliklerin ifade gücü olabilen müzik türlerinin toplumsal içerikleri, ifade zenginlikleri, o veya bu şekilde birbirleriyle değiştirilebilen teknik detaylar haline geldi.

Görsel sanatlar da tıpkı müzik gibi, bir teknikler ve kavramlar yığınına dönüştü. Artık neredeyse hiç kimse, gerçek yaşama dair herhangi bir çağrışım yapmakla ilgilenmiyor. Ne kadar soyut, o kadar sanatsal. Ne kadar anlaşılmaz, o kadar bireysel. Büyük sermaye gruplarının işlettiği galerilerde sergilenen (ya da galerilerde hapsedilmiş) sanat eserlerinin çağrışımlarını, altlarında uzun uzadıya yazılı bulunan küratör metinlerinden edinebiliyorsunuz. Zira artık görsel sanatların büyük bir kısmı ya reklamcılık ya da PR çalışması gibi ele alınıyor.

Edebiyat? Günümüzde pek edebiyat ürünü çıkmıyor. Çıkıyorsa da bunlar pek okunmuyor zaten, zira genelde insanların edebiyat ürünleriyle beslenmesi değil kişisel gelişim kitapları okuyup kendileriyle takıntılı olması isteniyor. 21 günlük şifa terapileri, insanları tanımanın basit yolları, kısa yoldan zengin olmanın anahtarı, heteronormatif romantik ilişki tavsiyeleri, multi milyarderlerin onurlu ve vakur başarı hikayeleri, nefes egzersizleri, sağlıklı yaşam kürleri vesaire vesaire vesaire vesaire...

Kimse niyetimizi yanlış anlamasın. Canla başla gerçekliği anlatmak isteyen, insanların ifade biçimlerini, yöntemlerini zenginleştirmeye niyetlenen, hayal dünyamıza seslenmek isteyen, yaşadığımız şu dünyaya ruh vermek isteyen, parayla değil emeğiyle ve aşkıyla üreten sanatçıların çabalarını hiçe saydığımızı düşünmesin. Zira bu satırları okuyan ve neler anlatmak istediğimizi anlayan, hisseden sanatçıların var olduğunu biliyoruz.

Ayrıca kimse, pandemi koşullarında iş bulamadıkları için yalnızlığa ve intihara sürüklenen, ne mevcut hükümetin ne de onun destekçilerinin yanında durmadığı müzisyenlerin emeklerini görmediğimizi düşünmesin. Zira daha fazla müzisyenin ölüme sürüklenmemesi, sanatçıların yalnızlık ve yoksulluk içerisinde kalmaması, bunun için de büyük paralar çeviren kapitalist kurumlara sanat ürünlerini rehin vermemesi için bu alanda bir mücadelenin verilmesi gerektiğini söylüyoruz. Nasıl ki burjuvaziden bağımsız kendi siyasetimizi yarattıysak, kendi iletişim aygıtlarımızı yarattıysak onlardan bağımsız bir sanat da üreteceğiz.

Neden mi? Çünkü yukarıda saydığımız, hem başarısız hem de zararlı bulduğumuz sanatsal üretimlerin içinde ne yok biliyor musunuz?

Gerçek yaşamın üretimi, bu yaşamı üretenler, bu yaşamı üretirken hiçe sayılanlar, bizler; emekçiler, ezilenler, işsizler, yoksullar yok. Onların aklı yok. Onların iradesi yok. Onların duyguları ezgi olmuyor şarkılarda artık. Onların yüzleri ancak hayırsever yüreklere dokunsun diye sergileniyor yalnızca.

Gerektiğinde tüm dünyayı baştan yaratıyorlar, gerektiğinde en korkunç distopyaları üretiyorlar, yeri geldiğinde en bayağı duyguları milyon dolarlık sahne performanslarıyla sergiliyorlar. En akıl almaz, safsata düzeyindeki fikirleri “yaşam reçetesi” olarak pazarlıyorlar. En anlamsız görüntüleri “doğa ve insan arasındaki uyum” veya “yalnızlığımızın kaynağı” gibi afilli isimlerle pazarlıyorlar. Her gün herkes tarafından tecrübe edilen yaşamın anlamsızlaştırılması, burjuvazinin bize yakıştırdığı gerçeklik budur.

Burjuvazi emekçiler dışında tüm ezilen kategorileri sanata konu olarak kabul etti. Fakat bir tek emekçilerin gerçekliğini, emeklerine bağlı olarak yaşayan ve yaşayacak olan insanların kendi iradeleriyle yaratabilecekleri yaşamı ve kültürü bir daha görmemeye yeminlidir. Kimsenin görmemesi için var gücüyle çalışır. Çünkü ne açıdan bakarsa baksın, yalnızca yeryüzünün mutlak çoğunluğu olan emekçilerin yaratabileceği aklın ve anlamlı iletişimin dünyasında kendi çöküşünü görür.

 Varsın sürekli yolumuza taş koymaya çalışsınlar; zira ne onların bize sunmaya razı oldukları koşullu imkanlara, ne de onların yapayalnız, sıkıcı sanat dünyalarına ihtiyacımız var.

Nasıl ki yüzümüzü görmek istemiyorlar, nasıl ki grevlere çıkıp ne mal olduklarını bir bir ortaya dökmemizi istemiyorlar ama biz çıkıyoruz söylüyoruz ya ne olduklarını… İşte o şekilde kendi sanatımızı, kendi kültürümüzü de üreteceğiz ve göstereceğiz onlara. Göstereceğiz, tüm dünyada…  

Ama işe buradan başlayacağız. Türkiye’nin çürümüş, çölleşmiş politik sahnesinde yoldaş bir siyaseti nasıl yarattıysak, yoldaş bir sanatı de o şekilde yaratacağız.

Hep birlikte, birbirimiz ve bizden başkaları için...

Daha iyi ifade etmek ve daha iyi anlamak için...

Emeğiyle yaşayan her bir yüreği tutuşturmak için...