Sıradağlar Kadar Büyük Artı Değeri Bir Avuç Kapitalist Değil Üretenler Yönetecek

Sosyalizm kelimesi “iyi bir insan olma hali” ya da “güzel bir dilek” olarak geçip gidiyor konuşmaların arasından. Kimisi çok sosyalist olduğunu söylüyor ve şanlı tarih övgüsüne başlıyor. Kimisi komünist kartviziti kullanmayı çok tercih ediyor. Aynı anlama gelecek şekilde devrimci olduğunu dile getirenler de var.

Görünen bu tabloyu örgütler ya da politik partiler açısından ele alıyorum. Çünkü söz konusu iddiayı gerçekleştirme imkânına sahip olanlar, mantıklı düşünürsek onlar.

Buradaki önemli husus nedir peki? Önemli husus, bu örgütsel varlıkların sosyalist olduklarını iddia etseler de, bir vesileyle çağdaş anlamda sosyalizm hedefine yönelmiyor oluşu. Mutlaka bir aksilik çıkıyor ve yerleşik anlamda sosyalizm yönünde güncel mücadele yürütmeyi seçmiyorlar.

Hep bir ara aşama var. Hep halledilmesi gereken bir ön sorun, acele bir iş çıkıyor. Sosyalizm kadar önemli başka bir vazife, maalesef hep oluveriyor. Velhasılıkelam bir türlü güncel olarak sosyalizm mücadelesi verilemiyor. “Bizim büyük çaresizliğimiz” bu.

Aslına bakarsanız benim buna fazla bir itirazım da bulunmuyor. Herkes özgür olmalı. İsteyen savunur ve hedefler sosyalizmi, istemeyen savunmaz.  Onlara ricacı olacak değiliz. Sosyalizmi ona tutkuyla bağlı olanlar savunsun yalnızca. Onu deneme tutkusuna sahip olanlar denemeye kalkışsın. Risk alsınlar onun uğruna. Yok böyle olmayanlar, mazereti bulunanlar aradan çekilsin. Siperler sadeleşsin. Kimin ne istediği, neye odaklandığı ve hangi koordinatlarda olduğu açık hale gelsin.

İlk kontrol etme olanağı veren soru şu. Haklı olabilirler mi? Daha doğru bir soru sorarsak, Türkiye koşullarında haklılar mı? İşte yol tam olarak burada ikiye ayrılıyor.

Kendi cevabımı verecek olursam, başka bir politik faaliyete yöneliyor olanlar haklı değil. Hangi kutsal nedenden ötürü bunu yaparlarsa yapsınlar haksızlar. Ben bir ön aşamanın bekleme salonunda mutlu mesut yaşamayı kabul etmiyorum.

Marks ve Engels eserlerinde tarihi sarsan bir yorumlamada bulundular. Onlara göre insanlar, maddi yaşamın üretimi için geçim araçlarını üreterek en kritik işi yapıyorlardı. Toplumsal yapının temelindeki en gizli ve en derin sırrın, üretimi yapan emekçi sınıf ile üretim araçlarının sahibi arasındaki çelişki olduğu gerçeğini açığa çıkardılar. Ütopik olmayan, ayakları toprağa basan, büyük ve somut analizleri buradan başlıyordu.

İşçi sınıfının ürettiği değer yoğunlaşıyor ve merkezileşiyor. Asıl üretici güç olan emekçiler üretiyor ve üretilen bütün o devasa fazlalığa çok az sayıdaki birey sahip oluyor. Neredeyse bütün nüfus üretiyor ve bir avuç kapitalist el koyuyor. Dünyanın kaderini belirleyecek düzeyde mal, mülk ve para onların mülkiyetine geçiyor. Milyarlarca emekçi üretiyor ve bir avuç küresel dolar milyarderi bunu sahipleniyor. Genel üretiyor ama özel gasp ediyor.

Bunun tezahürü olarak dünyanın kaderini onlar belirliyorlar. Mevcut üretim ve mülkiyet ilişkisini gezegenimiz artık taşıyamıyor. Bu çelişki kendi mantıksal ve fiziksel sınırlarına geldi dayandı. Reddedilmesi gereken bu. Uğruna mücadele edilmesi gereken de budur. Hani şarkı “bir insan ömrünü neye vermeli” diyor ya. İşte insan bu çelişkinin bozulmasına vermeli ömrünü. Lenin’in sorusundaki gibi “ne mi yapmalı?” İşte bunu yapmalı.

Mesele patronların haksız bir kazanç elde etmiş olması değil. Şu kumarhane aleminde kasanın hep kazanması da değil. Mesele artık insanın insanı sömürmesinin ahlaken kabul edilmezliğinin ötesinde. İnsanların aç, açık ve yoksul kalmalarının ötesinde. Bir işçinin haksızlığa uğramasıyla ilgili değil konu. Hatta bütün işçi sınıfının ıstırap çekmesiyle ilgili bile değil. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, demokrasi ve mutluluk hasretini de hiç hesaba katmayalım. Bir kenara koyalım.

Mesele bütün sömürülmüş, sızdırılmış, çalınıp çırpılmış devasa değerin nasıl kullanılacağı ve nasıl yönetileceğiyle ilgili. Mesele üretilmiş sıradağlar kadar büyük artı değerin kim tarafından ve ne yönde kullanılacağı. Mesele artık bu yönlendirmeye bağlı olarak gezegenin üzerinde yaşayan canlıların fiziksel anlamda yok olma ihtimali meselesidir. Bir benzetme olarak değil kelimenin tam anlamıyla mesele hayat memat meselesi. Ölüm kalım meselesi. Olmak ya da olmamak meselesi.

Bir avuç kapitalistin sahip olma fırsatını yakaladıkları o devasa birikmiş artı değeri, erdemli bir şekilde kullanmalarına imkân ihtimal yok. Dünya yüz milyarlarca dolara sahip olan, yüz kadar şahsın elinde. Onların özel mülkiyetinin yani. Bu koşullarda onları erdemli olmaya zorlayabilecek hiçbir mekanizma yok. Ahlaki düzeyleri muhtemelen Trump’tan bile daha geri ve seçilmeleri bile gerekmiyor. Onların ne yaptıklarını bilmiyoruz. Yüzlerini görmüyoruz. Hiçbir sorumlulukları bulunmuyor ve denetlenmiyorlar. Üretilmiş bütün artı değer ve bütün insanlığın kaderi bunlara teslim edilemez.

Eğer bir avuç erdemsiz kapitalistin bütün birikim üzerindeki yönetimi yani mevcut üretim ve mülkiyet ilişkileri ortadan kaldırılamazsa işler nereye varacak? Dünyanın kaderini belirleyecek büyüklükte değere bir avuç kapitalistin sahip olduğu üretim ve mülkiyet ilişkileri insanlığı felaketlere doğru sürüklüyor. Nihai olarak varacağımız sonuçlar; iklim değişikliği, ekolojik dengenin bozulması, büyük salgın hastalıklar, dünya çapında savaş ve nükleer silahların yıkımı olacaktır. Gezegen üzerindeki canlıların fiziksel olarak ortadan kalkması çok yakın bir tehlike. Ölmez sağ kalırsak ve bitmeyen küresel ekonomik bunalımlar bizim yolumuzu gözlüyor. Hani Nazım’ın “senin yolunu gözlüyor” diye bir şiiri var ya, onun hikâyesi gibi:

“hoş geldin bebek

yaşama sırası sende

senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma

            ince hastalık yürek enfarktı kanser filan

işsizlik açlık filan

tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını

            kuraklık falan

karasevda ayyaşlık filan

polis copu hapisane kapısı falan

senin yolunu gözlüyor atom bombası falan

hoş geldin bebek

yaşama sırası sende

senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.”


Dünyanın fiziksel varlığını etkileyebilecek kadar büyük bir değer ve üretim araçları bir grup ufuksuz ve erdemsiz zengine bırakılamaz. Üretilen bütün değerin ve üretim araçlarının kolektif mülkiyeti kayıtsız koşulsuz onu üretenlerde olmalı. İşçi sınıfı ürettiklerine sahip çıkmalı. Kolektif mülkiyet hakkı ve dolayısıyla söz, yetki, karar ve iktidar onundur.

İşçi sınıfının üretilmiş bütün devasa maddi değer ve üretim araçlarına kolektif olarak el koymasıyla, toplumun iyiliği yönünde bir yönetim yaratılabilir. Bu sayede emekçiler aynı zamanda üretim sürecinin kolektif denetimini sağlar. Bütün bunları hayata geçirebilmek üzere tek çözüm üretenlerin yönetimidir.

Kendi politik programını ve stratejisini buna göre kurgulayan örgütsel oluşumlar sosyalisttir yalnızca.

Stratejisinde, üretim ve mülkiyet ilişkilerini güncel olarak hedef tahtasına koyanlar yani.

Bu hedefi çıkmaz ayın son çarşambasına atmayanlar.



*Hakan Öztürk tarafından yazılmış bu yazı 17 Aralık 2020 tarihinde Yarınhaber.net sitesinde yayınlanmıştır