Toplumsal kategoriler arasında eşitsizlikler yaşanması somut bir olgudur. Bunlara karşı yürütülen tüm mücadelelerin siyasal tezahürünü “burjuva akım” olarak ele almak doğru olmaz. Hak arayan kadınların mücadelesi tek bir siyasi boyuta sahip değildir. Her alanda olduğu gibi kadın alanında da sorunu, kapitalist üretim ilişkileriyle bağlı görmeyenler elbette ki vardır. Ne var ki sosyalist feministler, bu türden düzen karşıtı olmayan liberal feministlerden ayrılır.
Sosyalist feministler, erkek egemenliğini ve sermaye sınıfının hakimiyetini bütünsel bir biçimde, birlikte ele alır. Onlar, erkek egemenliğine karşı mücadele ettikleri gibi aynı zamanda burjuva kapitalist-emperyalist sisteme karşı da mücadele ederler. Kadın erkek eşitsizliğine karşı bir savaş verilirken, kapitalizm gibi sömürü yoluyla devasa eşitsizlikler yaratan sistemin kendisi bir kenarda dursun denilemez. Kapitalizm kendi suretinden bir dünya yaratma yönünde işler. Eşitsizliklerden yararlanır, eşitsizliklerin üzerinden yürür ve eşitsizlikleri en yüksek düzeye taşır.
Sosyalist feministler, belirli günlerden ibaret bir “takvim”i takip etmekle yetinmez.Somut koşulların somut analizini yaparak, öngörülerle dolu bir politik programla gelecek ufkunu belirler. Liberal feministler gibi kaba gerçekçi, kampanyacı ve günü kurtarmacı değildir. Kadınların kurtuluşu mücadelesi tarihsel ve güncel olduğu gibi, kapitalizme karşı mücadele de tarihsel ve günceldir.
Sosyalist feministler, süreklilik taşıması anlamında örgütlü, kadınların söz, yetki, karar hakkını esas alan, kolektif iradeden yana bir tutuma sahiptir. Liberal feministler, faaliyet bittikten sonra “evli evine köylü köyüne” deme eğilimindedir öznelere. Uzun süreli, kalıcı örgütsel ilişkilere neo-liberalizmin ruhuyla sıcak bakmaz. Mevcut örgütlerin sayısal varlığının aritmetik toplamını oluşturmayı “birlik” şeklinde yüceltir. Aslında bunu örgütlenme pratiğini geriye itmek üzere bilinçli olarak yapar. Kolektivizmi kötüleyen liberal bireyciliğin beklenen sonucudur bu.
Sosyalist feministler, erkek egemenliğine karşı tarihsel, somut, örgütlü ve güncel bir mücadele yürüttükleri gibi aynı zamanda kapitalizme karşı da tarihsel, somut, örgütlü ve güncel bir mücadele yürütür. Kademelendirme yaparak kapitalizme karşı mücadele etmekten geri durmaz. Kademelendirme yapılması, kapitalizme karşı mücadelenin mutlaka “çıkmaz ayın son çarşambası”na atılması anlamına gelir büyük ihtimalle. Liberal feministler kapitalizme ya sempatiyle bakar, ya da nötrdür. Eğer karşı olmaktan laf açıyorsa bu genelde söylemek ve ruhunu kurtarmak makamında olur. Asla bir politik örgütte yer alarak ona karşı mücadele etmez.
Sosyalist feministler, kapitalizme karşı mücadeleyi “işçi hakları”nın savunulmasından ibaret görmez. Sosyalizm, kapitalist üretim ilişkilerinin yıkılması ve büyük üretim araçlarının özel mülkiyetinin ilgasıdır. Sosyalist feministler bunu gerçekleştirmek üzere dünya devrimini esas alır. Emperyalizme karşı anti-emperyalist ve enternasyonalist bir mücadele verir. Bütün bunları yaparken doğrudan işçi sınıfına ait konuların yanı sıra başka bağlamlara da el atar. Ekim Devrimi’ni yapanlar; ulusal sorunla, köylülerin toprak meselesiyle, emperyalizm konusuyla, barış siyasetiyle, gençlikle ve tabii ki kadınların mücadelesiyle ilgilendiler. Gerçek devrimciler elbette ki dünyayı değiştirmek üzere gerekli olan bütün konulara yönelir ve her cephede mücadele eder. Lenin, ulusal sorunla derinlemesine ilgilendi ve böylelikle geliştirilen siyaset, Rusya’daki devrimin gerçekleşmesinde ezilen ulusların katkısını sağladı. Oysa ki, o zamanlar ulusal sorunla burjuvalar ve liberaller de alakadar oluyordu. Liberaller de ilgilendi diye koca bir akıl yürütme ve siyaset yapma alanı mundar olmaz.
Kadınların erkek egemenliği tarafından ezildiğini ve eşitsizliğe uğratıldığını görmemeye çalışmak çıkmaz bir yoldur. Bunu en temel ve köklü eşitsizlikleri yaratan burjuva egemenliği de yapar ama sadece o yapıyor denilerek erkek egemenliğini aklamaya çalışmak hiç de doğru değil. Bu durumu böyle bir hatayla ele alan reformist ve ulusalcı sol sadece sosyalist kadınların mücadelesini zaafa uğratmış oluyorlar. Zaten hiçbirisinin şunca yıldır kayda değer bir kadınların kurtuluşu mücadelesi yok. Bu kafayla, bu bedavacılıkla olamaz da zaten.
Liberal feministleri eleştiriyoruz örgütleri ve politik programları yok diye ancak reformist ve ulusalcı solun kadın alanında neredeyse hiçbir faaliyeti yok. Sonra da çıkıp sözüm ona feministleri eleştiriyorlar. Mücadele etmezseniz elbette ki liberal feministler etkili olur her yerde. “Kadınlar konusunda biz de duyarlıyız” diyerek kadınların kurtuluşu mücadelesi verilmez. Politik program ve stratejinizde kadın mücadelesinin bir ağırlığı olmalı.
Liberal feministler hatalı da olsa bir mücadele veriyor. Sosyalistler ise bu alanı tamamen onlara bırakmış durumda. Hadi bir işler yapalım dediklerinde dahi onların dümen suyunda hareket ediyorlar. Gölgeye girenin, gölgesi olmayacağı için bu da yanlış. Keramet kendilerine de geçer diye boşuna bekliyorlar. Bunun yanı sıra sosyalistler, eğer kadınlarla ilgili bir faaliyet yapmaya karar verirse, hayata geçireceği faaliyete erkekleri nasıl getireceğinin derdine düşüyor. Erkek egemenliğini erkekler değil uzaylılar yaratıyor adeta. Nasıl kendi kaderine ulusların kendisi karar verecekse, kadınların kaderine de kadınların kendisi karar vermelidir çok açık ki.
Solun büyük bir kısmı Lenin’i ve onun ulusların kendi kaderini tayin hakkı prensibini çoktan unuttukları için, kadınların kendi kaderlerini tayin edebilme prensibini unutmaları da son derece normal. Lenin’in devrimci yönteminin keskin kılıcını çoktan bıraktılar. O nedenle bırakalım kadınların kendi kaderini tayin etmesini, kendileri olarak eylem yapmalarına dahi set çekmeye çalışıyorlar. Kadınlar erkek egemenliğini sistemsel olarak yaratan erkeklerle elbette ki çelişiktir. Çelişkili oldukları erkeklerin, kadınların eylemine ya da örgütlerine katılmamaları basit bir mantıksal sonuç olarak görülmeli. Gölge etmemeleri yeterlidir.
Bu derece primitif bir “kadın konusunda duyarlı”lığa ya da emekçi kadınların haklarının savunulmasına çok kolay cevap veriyor ve kendi gemisini yürütüyor liberal feminizm. Bunun önündeki tek güç ve engel Türkiye’deki gerçek devrimci sosyalist feministlerdir. Onların bu memleketteki kadin cinayetlerine karşı yürüttükleri mücadele tüm dünyadaki sosyalistlere örnektir. Türkiye’deki devrimci sosyalist feministlerin mücadelesi, Lenin’in ulusal soruna derinlemesine eğilmesine benzer ve o ayarda değerlidir.
Aktüel olarak kadınların en büyük toplumsal sorunu olan kadın cinayetleri karşısında 10 yılı aşkın mücadeleyi başlatanlar sosyalist feminist kadınlar oldu. Sorun her gün kadınların eşit yaşamak istedikleri için erkekler tarafından öldürülmesi sorunu. Esas bu temel toplumsal sorunla hiç bir ilişki kurmamak sosyalistleri eksikliği sayılır.
Açıklama Independent Türkçe'de yayınlanan röportajın tamamıdır.
https://t.co/9CSJaGVcDR