Kaypakkaya ve Fikri Ayrışmalar

68 döneminin devrimci önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın ölümünün 48. yıl dönümü bugün. 68 döneminde dünya çapında ortaya çıkan özgürlük dalgası, bu ülkede de farklı arayışları ve farklı iddiaları öne süren örgütlerini ve önderlerini var etti. Kaypakkaya o görüşlerden birinin temsilcisiydi. Yakalanması ardından Diyarbakır Cezaevi’nde işkence ile öldürüldü. Onun adı bugünün kuşaklarına “ser verip sır vermeyen” olarak geldi.

Kaypakkaya ilk katıldığı partisinden kopmuştur. Yani ilk katıldığı partinin görüşleri ile, Kaypakkaya’nın öne sürdüğü çizgisi arasında fikri bağ kopmuştur. Kaypakkaya bu ülkede bir çizgiyi savunmuştu. Bu çizgi köylü devrimi olarak ifade edilebilecek, Mao’nun ve Çin devriminin izlerini taşıyan devrimci-demokrat bir eğilimdir.

Günümüzde, her durumda, her devrimci önderi kendimize yakın veya kendimizden biri olarak ifade etmemiz yüzeysel bir yaklaşım olur. Özellikle sosyal medyada bolca gördüğünüz “biz hepsinin takipçisiyiz” gibi anlatılar açık bir solcu yalanıdır. Örneğin biz Kaypakkaya'nın çizgisini takip etmeyenlerdeniz. Bu yaklaşımı, bizim takip ettiğimiz Mahir Çayan çizgisi ile döneminde gerçekleşen fikri ayrışma olarak ele alıyoruz. Başından beri söylediğimiz gibi, bize göre ayrışmalar da birliklere dahildir.

O dönemde; nasıl ki bir Devrimci Gençlik kurulabildiyse, ayrı ayrı ülkenin bütüne dair politika öneren üç ayrı akım da oluşmuştur. Bunlar da kendi içlerinde anlamlıdır ama tartışmaları vardır. Birbirlerinden ayrılardır. Bu ayrılığı doğru yorumlamadan, onların sadece birbirleri için fedakarca davrandığını söylemek yetersiz olur. Fedakarlık politik hareketin sonuçlarından bir tanesidir. Ama düşünmek, akıl etmek ve akıl ettiği doğrultuda eylemek de bir o kadar anlamlıdır ve yüceltilmesi gerekendir. Bu açıdan devrimci mücadelede farklı yollardan yürümeye çalıştıklarını bilmek gerekir. Kaypakkaya’nın kendi içinde birçok özgün doğru fikirleri olabilir ama Türkiye ve dünya devrimine bakışı bizimle büyük oranda farklılıklar taşır.

Kaypakkaya düzene karşı direnci ile hepimizin örnek alacağı bir devrimcidir. Bugün birçok eğilimin gözünün önüne dahi getirmediği, düzenin hükümeti değil düzenin kendisi ile kapışmayı bir çizgi haline getirmiştir. O düzenin işkencecileri elinde can vermiştir. Bu yönleriyle her zaman takdir edilmelidir. Her değeri, her kavramı içererek yok eden ve onları değersizleştiren hiçbir şeye de önem vermemiş, kabul etmemiştir. Bizce Kaypakkaya’yı anmak ve anlamak demek farklı yollardan yürünen devrimci mücadeleyi anmak ve anlamak demektir. Biz bu ışıklı yolda yürümeye devam edeceğiz.

Bir çok kesimin; hem Deniz’i, hem Mahir’i, hem Kaypakkaya’yı, hem Behice Boran'ı, hem de Hikmet Kıvılcımlı’yı, hepsini birlikte benimsediğine dair açıklamalarını görüyoruz. Biz bunu oldukça garip karşılıyoruz. Her birinin, diğerinin görüşüne karşı yazdıkları ciltler dolusu metinleri var. Hepsini birden benimsemek, mantıksal olarak mümkün değildir. Elbetteki fedakarlıkları ile hepsinin devrimci mücadele yeri ayrıdır ama fikri benimseme söz konusu ise hepsi birbirinden farklıdır. Biz bunların hepsini benimsiyoruz demek, bize göre onların öne çıkarmaya çalıştığı çizgiyi silikleştirmek demektir. Onların öne çıkardığı çizgiler de bugünün kıtipiyozlarının silikleştirdiği kadar yüzeysel çizgiler değil. Derin izler, derin tartışmalar taşır. O derin izleri takip etmek isteyenler takip etmekte özgürdür. Ama “bunların hepsi aynıydı, aynı dönemin mağdurlarıydı, aynı dönemde eza cefa gördüler” gibi yaklaşımları öne sürmek son derece yüzeyseldir. Dönemin devrimcilerinin mücadelesi aynı şeyi söylemediklerini farklı farklı biçimlerde, farklı farklı metinlerle ifade etmenin mücadelesiydi ve her biri o fikirleri uğruna ölümü göze aldılar.

Onları sadece bir dönem canını yitiren insanlar olarak görmek yine devrimci mücadeleyi sıradanlaştırmaktır. Bu sıradanlaştırma bizi, gerçek politik dönüşümü sağlama ciddiyetinden uzaklaştırır. Günübirlik yüzeysel sözlerin peşinde koşan akımlara dönüştürür. Bu da sınıf mücadelesi için oldukça büyük bir zaman ve enerji kaybıdır. Böyle bir lüksümüz yok. Elimizdeki az imkânla, çok daha yaratıcı, çok daha becerikli, çok daha sonuç alıcı görevler bekliyor bizi. Böylesi boş hayallere yer bırakmamalıyız.