Konut, insanların kendisini yeniden üretebileceği, sağlık, güvenlik ve özel hayat koşullarının sağlandığı bir mekandır ve herkesin böyle konutlarda yaşama hakkı vardır.
Kavram böyle fakat Türkiye’de bu hakkı sağlayan bir konut politikasının olduğunu söyleyebilir miyiz? Beğendiğiniz bir evi kiralamak için bir emlakçı veya ev sahibiyle bir görüşme yapacağınızı hayal edin. İstanbul gibi bir yerde daire kiralamak istiyorsanız öncelikle yüksek bir kira bedeline hazırlıklı oluyorsunuz. Peki “konut” tanımının içinde yer alan sağlık, güvenlik ve özel hayat koşullarının sağlandığı bir yapı görebilir misiniz? Ya da kiralamak istediğiniz dairenin asgari düzeydeki bir kaliteli malzeme ile inşa edildiğini görme ihtimaliniz ne kadardır?
Kendinizin ve pek çok tanıdığınızın tecrübelerine dayanarak bu ihtimalin oldukça düşük olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Muhtemelen ayda 2500 lira kira vereceğiniz konutun kapıları yamuk, duvarları çatlak, arka odaları rutubetlidir. Binaların çoğu da depreme dayanıklı değildir. Ayrıca pek çok binada da ses yalıtımının iyi olmadığını, dış cephe kaplamalarının düzgün şekilde yapılmadığını fakat tüm bunlara rağmen ev sahibinin sizden aylık hayli yüklü bir kira masrafını “insafsızca” beklediğini görürsünüz.
“İnsafsızca” ifadesini tırnak içine alıyoruz, çünkü tüm bu problemin bir takım ev sahiplerine, mülk sahiplerine yıkılamayacağını düşünüyoruz. Kira, konut bedelleri ülkedeki ekonomik koşullardan, enflasyon oranından bağımsız değildir. Mülk sahipleri fiyatları belirlerken tüm bu oranları ve kendi gelir durumunu da dikkate alır.
Elbette ki ev sahiplerinin, emlakçıların eski ve bakımsız daireleri fahiş fiyatlara kiralamaya, satmaya çalışmaları -daha çok bir ahlaki durum olarak- tartışılabilir. Fakat biz burada tüm bu koşulları temelden oluşturan ve ilgilendiren genel sorundan bahsetmek istiyoruz.
Konut problemi, uygulanan birkaç yıllık bir politikanın sonucu değildir. Türkiye’da on yıllardan beri uygulanan hızlı ve plansız kentleşme politikaları, düzensiz yapılaşmanın önünü açan imar afları, ülke topraklarının ranta açılması gibi durumların günümüze kadar ulaşan sonucudur. Günümüzde enflasyon ve ülkenin büyük ölçüde “değer kaybetmesi”nin de etkisiyle, bunun doruk noktasını yaşıyoruz.
AKP iktidarını ayakta tutan sektör olarak inşaat sektörü, son yıllarda en büyük darbe alan sektörlerin başında geliyor. TÜİK’in açıkladığı büyüme verilerine göre inşaat sektörünün bu büyümeye katkısı yalnızca yüzde 3.1 olarak görülüyor. Enflasyonun inşaat maliyetlerinde yarattığı artış kaçınılmaz olarak konut fiyatlarına ve kira bedellerine de vuruyor. Sektör zarar gördüğünde de bunun acısı, bir sermaye sınıfı olarak iktidarın “gözdesi” konumunda olan inşaatçılardan değil, güvenle barınabileceği bir konut edinmek isteyen yurttaşlardan çıkıyor.
Bir yandan kimsenin oturmadığı, kimse tarafından kullanılamayan, kimsenin almaya parasının yetmediği on binlerce, yüz binlerce boş konut topraklarımızı işgal ediyor.
Bir diğer yandan da sokaklarda uyuyanları, işsizleri, işsizlikten ev bulamayanları görüyoruz.
Plansızca her yere dikilen binalar görülüyor ki, ülkeye bir değer kazandırmıyor. Düşük faizler ve kredilerin temelinde kendine ekonomik alan açabilen inşaat sektörü demek ki, ülkenin ekonomisini “şahlandırmaya” yetmiyor. Türkiye, henüz kendi yurttaşlarına bile doğru düzgün bir konut sağlayamıyor.
İnşaata, ranta ve tüketime dayanan bu “büyüme modeli”nin yarattığı karmaşayı hazır reçetelerle çözebileceğimizi iddia etmiyoruz. Fakat planlı bir üretim ekonomisi, planlı bir konut politikası için gereken elverişli koşulları sağlayacak diye düşünüyoruz.
Evet sorun AKP döneminde tavan yaptı, AKP döneminde en büyük doruklarına ulaştı fakat sorun sadece AKP’lilerin yönetim anlayışlarıyla ilgili değil. Sorun on yıllardır süregelen bir ekonomik yaklaşımın sorunu. Sorun on yıllardan beri ülke ekonomisini “hızlı sıcak para” ile hareketlendirmenin, her yeri kontrolsüzce imara açmanın, ülke topraklarını müteahhitlerin insafına bırakmanın sonucudur.
Biz konut sorununu da konunun en temelinden, kapitalist üretim ilişkileri temelinden ele alıyoruz. Bu plansızlık, bu ölçüsüzlük, bu savurganlık şu an yaşadığımız krizlerin temel nedenidir.
Halkın en temel ihtiyaçlarından biri olan barınma hakkı, bazı müteahhitlerin kâr odaklı projelerine terk edilemez. Barınma hakkının kaderi, inşaat sektörünü yürüten sermayedarların insafına bırakılamaz.
Bırakmayacağız. Herkesin ihtiyacına uygun, herkese bir özel alan sağlayabilen konutların olduğu düzenli, bakımlı ve güzel şehirleri hep birlikte kurabileceğimizi ve aslında kimsenin sokaklarda uyumak zorunda olmadığını göstereceğiz.