Türkiye’deki tüm üniversitelerde kendi diktasını dayatan AKP iktidarı Boğaziçi Üniversitesi’nde de aynısını yapmıştı. Bu yılın başında, geçmişteki tüm kayyım atamaları ve son olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne de kayyım atanması öğrencilere ‘’Artık Yeter’’ dedirtti. Çünkü toplumun her kesiminin demokrasiye aç olduğu gibi öğrenciler de aç. Bu itirazlar sonucunda Melih Bulu’yu görevden almak zorunda kaldılar. İyi bir yenilgi aldılar ve onlar da bunun farkında. Ama AKP iktidarının vazgeçmek gibi bir niyeti yok. Çünkü Boğaziçi’nde mevcut kayyım düzeninden geri adım atmalarının tüm üniversitelere örnek olacağını ve üniversiteler üzerinde kurulan baskıyı en temel yerlerinden sarsacağını biliyorlar. Ama bunu farkında olan bir de diğer bir kesim var. Öğrenciler…
Kayyımın atandığı ilk günden beri Boğaziçili öğrenciler, gençlik örgütleri ve hocalar protestolara başladı. Ve bu protestolar kazanım ile sonuçlandı. Hocaların devamlı ve koordineli protestoları hala devam ediyor. Ama konuya hala eşitlikçi yaklaşamıyorlar. Üniversiteyi yönetecek kişinin seçiminde, üniversitenin bütün bileşenleri söz hakkına sahiptir diyemiyorlar ve böyle bir amaçları da yok. Öğrencilerle eşit düzlemlerde bir ilişki kurmaktan uzaklar. Elbette öğrencilere yönelik baskıları kabul etmiyorlar ancak onların üniversite yönetimine katılma iradelerini de tanımıyorlar.
Okuldaki öğrenci inisiyatifleri ise bütün deneyimlere rağmen birbirlerine uzak. Hepsi kendi çizdikleri yolda gitmeye ısrarcı. Oysa ki şu ana kadar devam etmiş alışkanlıkların dışına çıkılması gerekiyor. Hedeflerde anlaşıyorsak omuz omuza yürüyebilmemiz, en azından bu arayışa sahip olmamız gerekir. Bu farklı siyasi fikirlere sahip inisiyatiflerin illa birbirine eklemlenmesi demek değil, belli ilkelere göre aynı düzlemlerde eylem birliği yapabilmesi demektir. Boğaziçi direnişinin ayrı kaplarda biriktirdiği deneyimlerden daha büyük bir enerji çıkmasını sağlayabilecek aşama budur. Çünkü öğrencilerin önündeki soru şu: Yeni dönemde fiziksel olarak okula gelmeye başlayacak öğrencilere ne önereceğiz? Onları direnişe kazandırıp deneyimlerimizle daha güçlü şekilde yürüyebilecek miyiz? Bu soruların cevapları ancak yapılacak tartışmalardan, yani bu tartışmaların yapılabileceği zeminlerden doğacak. Boğaziçi öğrencilerinin de tüm öznelerinin de yalnız eylem yapan olmanın ötesinde, kolektif bir biçimde karar almanın deneyimine ihtiyacı hala ortada duruyor.
Boğaziçi direnişi ve sonucunda Melih Bulu’nun iktidar tarafından görevden alınması bize birçok şey gösterdi. Eğitim gördüğümüz, yemek yediğimiz, vakit geçirdiğimiz kısacası öğrencilerin hayatlarının büyük bir kısmının geçirdiği üniversitede söz hakkının üniversitenin öznelerine ait olması gerektiğini ve tüm baskılara karşı bu yolda yürünebileceğini gösterdi. Ana problemin atanan kayyımların kişilikleri, partileri, liyakatları değil, tek kişinin kararlarına bağlı işleyişin kendisi olduğunu ve değişmesi gerektiğini gösterdi. Kolektif bir örgütlenmede, kolektif kararların alınıp örgütlü bir mücadelenin çok daha büyük kazanımlara hatta zafere ulaşmanın tek yolu olduğunun sinyallerini aldık. Verilen mücadelelerde edinilen kazanımlar, yapılan hatalar ve yaşanılan tüm olayların hepsi ilerde nasıl hareket edeceğimizin kılavuzu olacak.