Basın açıklamaları, yürüyüşler, mitingler, grev alanları, işçi direnişleri… Yoldaşlar için bunlar hiç duyulmadık kavramlar değiller. Çoğunu düzenlemiş, daha da çoğuna katılmış olabiliriz. Bunlar toplumsal mücadelelerin çeşitli eylem biçimleridir. Ülke çapında bu tür protestoların niceliği ve niteliği artarsa iktidar güçlerine karşı memnuniyetsizliğin, ekonomik ve sosyal sorunların da arttığı da söylenebilir. Ancak grevlerin tüm bunların dışında özel bir yeri var.
Grevler, işyerlerindeki emekçilerin patronlara karşı verdikleri çıplak mücadelenin ürünleridir. Grev alanları işçilerin patronlarla yaşadığı uzlaşmaz çelişkilerin açığa çıktığı yerlerdir. İşçiler asıl olarak neye karşı mücadele ettiklerini grevlerde öğrenirler. Devletin yasalarının kimi koruduğunu, patronlara kimlerin arka çıktığını görürler. Daha da önemlisi, işçiler kapitalist sistemde kendilerinin nasıl bir güce sahip olduklarını, yani ‘üretimden gelen güçlerini’ grevlerde deneyimlerler. Tek bir işçinin kapitalist düzenin karşısında hiçbir gücü yoktur. Ancak kolektif bir şekilde işçiler emekleriyle dönen bu düzenin işleyişini durdurabilir. İşçi sınıfının kritik konumu da zaten burada.
Güncel olarak ülkemizde de hiç grev yapılmıyor denemez ancak bunlar tek tek, birbirinden genellikle izole ve kısa süreli olarak görülüyorlar. Ancak bu durum tek tek grevlerin önemini azaltmıyor, aksine arttırıyor. Hem işçiler için, hem de biz devrimciler için grev süreçleri büyük deneyim fırsatlarıdır. Grev alanları işçilerin bu düzenin temellerini kendi deneyimleriyle sorgulamaya başladıkları yerlerdir. Böyle süreçlere devrimci müdahaleler gerçekleştirebilmek, işçileri ilerletebilmek ya da süreçleri başarılı şekilde yönetebilmek… Bunların hepsi önümüzdeki görevlerdir. Grev alanları eylemlerden bir eylem olarak düşünülmemeli, grev deneyimleri hepimiz için çok önemli olmalı.