Aile, devlet, özel mülkiyet ve Z kuşağı

Maddi yaşamın tüm dinamiğini oluşturmalarına rağmen öznesi olmadıkları her kesim tarafından “tanımlanamayan bir cisim” gibi yaklaşılan gençliği biraz tartışmaya açalım. Şimdiki moda onlara Z kuşağı denmesi. Önceden de böyle şeyler kesin bulunur ve yaş kuşakları incelenmeye çalışılırdı. Gençliği “oyun oynayan, internetten çıkmayan, laf dinlemeyen, asi, yurtdışına gitmek isteyen” gibi çeşitli kategorilerle tanımlamaya çalışanların ilk yanlışını açıklayalım. Bir kuşak, bir kesim ve ya bir kategori toplumun tüm maddi yaşamın üretimini belirleyen sınıfsal konumundan bağımsız tespit edilemez, tarif edilemez. Bu açıdan çeşitli ortak özellikler bir kuşağın maddi yaşam içerisindeki durumunu tarif etmez.
 
Z kuşağının güncel karşılığını “en gençlerimiz” olarak ele alalım. En genç olmak, geleceğin en çok sahibi olmak demek olabilir. Aslına bakarsanız bu tarifi gençler yapmaya çalışmıyor. Bu tarifler, önceki kuşaklar tarafından gençleri hegemonik biçimde şekillendirme, yönlendirme, bir şekilde bir kalıba sokmak üzere yapılıyor. Genel hedefi böyle tarif edebiliriz. Peki böyle bir kalıp mümkün mü? Sanırız ki, Z kuşağı diye bir tarif yapılacaksa; tek tarif bahsedilen kalıplara uymayacakları olurdu. 
 
Gençlik mevcut düzenin temel taşlarını oluşturan ailenin, devletin, özel mülkiyetin kendi kavramsal karşılığı ile “mirasçısıdır”. Kapitalist dünya düzeni için genç kuşaklar bu üç temel yapının, bir önceki alışkanlıklarını devam ettirmesi üzere eğitmek istediği en yeni kuşaktır. Fakat sorun şudur; modern kapitalizm yeniliklerine bağımlıdır. Kapitalist üretim ilişkileri bu üç yapının alışkanlıklarından işine geldiği kadar faydalanır ancak onlara bağımlı kalamaz. Sabit alışkanlıklar kapitalizmde kar getirmez. Kapitalizm, çılgınca üretmek ve toplumu bu kapitalist üretim ilişkileri içerisinde yeniliklerle buluşturmak zorundadır. Bu durum, egemen kültürle her zaman çelişir. Mevcut kültür baskısı ve modernleşen dünya, her daim son kuşaklara geçmiş kuşaklar ile çelişmeyi zorunlu kılar. Bu son kuşaklar için bir tercih değil, maddi yaşam içerisinde neredeyse hayatta kalabilme koşuludur. Bu nedenle en genç kuşaklar, yeniliklerin gerçek sahibi olurlar.
 
Gelelim mevcut duruma. Ülke ekonomisine göz ucuyla bakmanız, ülkede Z kuşağı diye tarif edilen ile gerçek durum arasındaki farkları hemen açığa çıkaracaktır. Her şeyden önce yaş kuşağı itibariyle bu kuşağı “eğitimde olan kesim” olarak tarif etmemiz gerekirken edemiyoruz. Sorun buradan başlıyor. Bu yaş kuşağı “normal şartlarda” üretimde değildir yani iş gücü değildir. Emeğini satmak zorunda olmaz, geçimi büyük oranda devlet ve ailesi tarafından sağlanır. Çalışması hobi olarak bilinir. Kendi tercihlerini yaparken aklında “geçim derdi” denen o en temel mefhum yoktur. Bu durum onu özgürleştirir. Özgürce düşünmek, uzun bir hayatı önüne koymak, o hayat içerisinde kendi pozisyonunun nasıl olacağını planlamak ve en önemli içerisinde yaşadığı dünyayın nasıl bir yer olacağını tahayyül etmek tam da bu kuşağa özgüdür. Bu yazıyı okuyan genç kuşakların bir kısmı tebessüm etmeye başlamıştır bile. Çünkü tanımlamamız başına yazdığımız “normal şartlarda” koşulu çok büyük bir kesim için mevcut değil. 
 
Bu durumu Marks’ın diyalektiği ile şöyle açıklayabiliriz; İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, fakat bunu istedikleri şekilde, kendileri tarafından seçilmiş koşullar altında yapmazlar; var olan koşullar altında yaparlar. Bu sebeple gençlik denilen kategoriyi de içinde bulunduğu koşullardan bağımsız ele almak mümkün değil. Gündelik yaşamdaki kavramıyla gençler içinde yaşadıkları ailelerinin “mirasçısıdır”. Zenginliğin de mirasçısıdır, fakirliğin de mirasçısıdır. Burada çoğunluğu oluşturan emekçi halkın çocukları için o romantize edilen “imkanlar” yoktur. Standartmış gibi anlatılmak istenen, küçük bir azınlığı oluşturan burjuva kesim ve bir oranda emekçi halkın biraz daha üzerinde gelir sahibi olabilen orta sınıflardır. 
 
Çoğunluk olan emekçi halkın ekonomik durumunu görmek yeterlidir. Bir maaşla, açlık sınırı bile geçilemiyor. Çift maaş ile yoksulluk sınırında dolaşılıyor. Eğitim giderleri devreye giren gençler neredeyse istisnasız çalışmak zorunda kalıyor. Üniversite okumak denilen hedef ciddi bir boşluğa düşmüş durumda. En başta eğitimde hiçbir nitelik yok. İyi eğitim denilen şey, çok küçük bir zümrenin ulaşabileceği bir lüks artık. Yüzde 99’u oluşturan büyük çoğunluğun tek odağı “iş bulabilmek”. Hayal edilen şeylerin pek bir önemi kalmadı. Bir fikri üretim gitgide tükeniyor. En başta bahsettiğimiz “geçim derdi denilen mefhum olmadan yaşamak” bu ülkenin hatta dünya emekçi halklarının gençleri için geçerli değil. Onlar da aynı mefhumun zincirlerine bağlılar. Okurken çalışmak sıradanlaştı, mezun olunca iş bulamamak sıradanlaştı. Bu düzey bir kaygı içerisinde olan o kuşağın kaderi, işçi sınıfından ayrı değil. Çoğunluğu oluşturanlar, işçi sınıfı ailesinin gençleri sadece.
 
Tarifimizi işçi sınıfı ailesi içerisindeki gençlerden yapmamız, bir kesimin tarif edilmesindeki bütün manipülasyonu ortadan kaldırmanın tek yolu olmasından dolayı. Çünkü burjuva siyasetinden duyacağınız tarifler, azınlık bir zümrenin, sınırlı sayıda gencin ulaşabildiği imkanların sanki herkesin durumunu tarif ediyormuş gibi anlatılmasından ibarettir. Oysa matematik çok açıktır. Çoğunluk olan emekçi halk çocuklarıdır. Ortalama alınacaksa da onlardan alınmalıdır. 
 
Bu durumun böyle tarif etmeyenlerin nedenlerine de değinmek gerekir. Bu tarif çabasının azınlığın imkanlarından oluşmasının çok açık sebebi var. Gençliğin üzerindeki hegemonya bu şekilde oluşturuluyor. Gençlere ”sen de çalış yap” deniliyor. Aile diyor, okul diyor, patron diyor, devlet diyor. Hiç yapamayacağı hedeflerle gençlik bir hizada tutulmaya çalışılıyor. Gençsen hedefin belli, “onun gibi ol”. Kendi durumunu değiştirmek istiyorsan, dünyanın nasıl yönetildiğine bakma, sen bir CEO gibi olmaya bak: “Kendini kurtar”. İşte özet budur. 
 
Hani demokrat olanların “nerde bu gençler” çığlıklarını duyarız ya… O çığlıkları atanlar tam da gençliği böyle bir dehlizin içine sokanların ta kendileri. Gençliğe “evladım dünyayı sen mi kurtarıcan?” sorusu öğütlenip, hem de “nerde bu gençlik?” denilemez. Eğer gençlerden kurtuluş gelecekse, ilk bastırmaya kalkışanlar bir önceki kuşaklardır. Egemen yapıyı, en genç kuşaklar yaratamaz. En gençler kuşaklar o egemen yapı ve kültüre muhalefet edebilir ya da onu devirebilir. Ama bu eylemlerin hiçbiri olmadan mevcut düzen içerisinde egemen kültürü değiştiremez. O nedenle gençlerden beklediklerini iddia ettikleri şey, aslında gençliğin yapmasını bizzat engelledikleri şeylerdir. Bu da kuşaklar arası uzlaşmazlığın en açık örneğidir.
 
Bizim umudumuz, kuşakların uzlaşmazlığındadır. Çünkü egemen kültürü ancak son kuşaklar yenebilir. O gücü ancak son kuşaklar elinde bulundurabilir. Onlara “sen tatlı kafanı böyle şeylere yorma” diyenlerin üzerine gitmeden de bu umut yeşeremez. 
 
Bize göre gençler ancak dünyayı kurtarabilir. Kendini kurtaramaz ama dünyayı kurtarabilirler. Dünyanın kurtuluşunun yolu da, sosyalizmin ve devrimin yoludur….