Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri, bu hafta “Anayasayı, yasayı, sözleşmeyi uygula” sloganı ile yeni bir mücadele bayrağı açtı. Bugün de yayınladıkları video ile bu hat ile önlerine koydukları hedefleri açıkladılar.
İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi kararı ardından toplumda İstanbul Sözleşmesi’ni aşan bir tartışmanın kapısı aralanmıştı. Gündelik hayatın her alanında türlü türlü hukuksuzluklarla karşılaşıyoruz. Bu “hukuksuzluk” kavramını genel bir adil davranmama sorunu olarak kullanmıyoruz. Devletin toplumla uzlaşma adına sınırlarını belirlediği kendi yasalarını ihlal etmesi sorunundan bahsediyoruz. Aslına bakarsanız anayasa, toplumların yüzyıllar boyunca edindiği deneyimler sonucu ortaya çıkar. Bu deneyim, devlet aygıtının toplumu yönetirken önüne çıkan itirazları, kendi çizdiği çerçeve ile sınırlandırması refleksinden doğar. Çoğu zaman emekçi halklar için ihtiyaçların gerisindedir ama devlet aygıtı için üzerinde egemenlik iddia ettiği çoğunluğun isyan etmemesinin garantisidir. Anayasaların temel niyeti budur. Fakat siyasi iktidar toplumsal meşruiyetini kaybettikçe, önüne gelen her sorunu ortadan kaldırmak için “günübirlik hamleler” uğruna bu yasaları çocuk oyuncağına çevirmeyi deniyor. Maalesef olmuyor. Bir yerini oynatsa, diğer yeri kendisine dokunuyor. Her gün bunun örneklerini izliyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açmaları ardından uluslararası sözleşmelere ne olacağının gündeme gelmesi, Montrö’nün tartışmaya açılması çok basit mantıksal sonuçlar.
Siyasi iktidarın bu en temel anayasal çizginin dahi gerisine düşmesi muhalefet için yeni bir konu değil. İktidarın kendi tabanı için ise ekonominin tıkırında gittiği dönemlerde, “güven” ile halledilen bir konuydu. Fakat tüm toplum en küçük bir alışverişinde dahi bir güvence belgesine, bir kağıt parçasına nasıl da ihtiyaç duyuyor. Bu açıdan artık parası dahi olmayan rejime güvenecek bir taban da kalmadı.
Kadın hareketi dünya çapında yükselen eşitlik ve özgürlük dalgasının da etkisiyle büyük bir yaptırım gücüne de sahip. Ülkemizde de bu dalganın yanı sıra, yaptırım gücü de oluşturabilen bir örgütlü hareketin var edilmiş olması, siyasal iktidar ve toplum üzerinde büyük bir güce sahip. Bu gücün yönünü yazılarımızda sık sık tartışıyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri, çok genel anlamda özgürlük isteyen ve çeşitli itirazlarla yetinen hareketlerden ayrışarak, bir politik hedef üzerine gidebilme deneyimini uzun yıllardır biriktirdi. Bu deneyim ile kadınları ve LGBTİQ+’ları ilgilendiren tüm konuların da ötesinde, bu kategorilerin de içerisinde yer aldığı toplumun tamamının sorununu hedefine koyabilme gücünü kendisinde görebilmesi mümkün oldu.
İktidarın son evrede kadınların kazanılmış hakkı olan İstanbul Sözleşmesi’ne yönelmesi bu gidişatın en geri seviyeye ulaştığını gösteren bir hamleydi. Haliyle bu durumdan yola çıkılarak mevcut durumun geriye gidişine işaret etmek, toplumun siyasal olarak en gerisinde kalan kesimlerinin de bu itiraza dahil olmasını sağlayabilmek önemli bir adım.
Biz anayasaların emekçi halkın ihtiyaçlarına göre değil, sabrının taşmayacağı bir seviyeye göre yazıldığını biliriz. Ama anayasaya eklenen her bir maddenin tarihinde emekçi halkın direnişlerinin yattığını da biliriz. Sermaye sınıfının egemenliğinde hiçbir hak, emekçi halka ve eşitsizliğe maruz bırakılan kesimlere lütfedilmez. İşte bu seviyedeki yasaları bile delen siyasi iktidar ile her bir maddenin gerisini ve ilerisini düşünüp tartıyoruz. Tüm toplum bu deneyimlerden geçiyor. İşte bu deneyimler, emekçi halkın anayasasını şimdiden belirliyor. Toplumsal değişimler işte bu deneyimlerle var oluyor.
Şimdi bu yola çıkış örneğini, kadınların bu ülkede sürdürdüğü yaşam savaşından yola çıkarak örmeye başlayan tüm yoldaşların yolu açık olsun. Ülkedeki bu geriye gidişi aşacak, tüm sorunların çözümünü tartışacak, yalnız kendi kesimini kendi hareketini kurtarmayı değil tüm toplumun kurtuluşunu hedefe alacak bir deneyim için yeni bir yola çıkan Kadın Meclislerinin yolu açık olsun.