Genel bir yanılgı olarak futbol hep göründüğü gibi olmayan bir olgu olarak anılır. ‘Futbol asla sadece futbol değildir’ sözü aslında görünenin arkasında görünmeyenlerin olduğunu söyler. Avrupa Süper Ligi meselesi ise artık görünmeyen bir şeyin kalmadığını, her şeyin tamamen görünen ve hissedilen gibi olduğunu gösteriyor.
Peki görünenler nedir? Futbol tamamen bir endüstridir. Organizasyonlar, kurallar, ligler, takvimler… Bütün düzenlemeler futbol sevenlerden daha çok para aktarabilmek adına yapılmaktadır. Seyirciler sadece seyircidir, takımlarını ne kadar severlerse sevsinler bir söz hakları yoktur. Futbolun heyecan veren yanı oynanan futboldur, yani 90 dakika. Bu bile toplam bahisler, yayınlar ve prestij organizasyonlar içinde çok küçük bir yer tutmaktadır. Ki o 90 dakika bile çoktan milyon dolarlık sözleşmeler ve büyük kulüplerin çıkarları için bozulmuştur. Futbolu yalnızca izlemek bile ödemeli kanallar ve fahiş bilet fiyatları ile toplumun geniş kesimleri için gittikçe daha zor olmaktadır. Bu olgular ülkeden ülkeye değişebilir elbette, yine de tüm dünyada eğilimin bu yönde olduğunu görmek zor değil. Bu düzende tüm kulüplerin durumu da aynı değil. Bir serbest pazar ekonomisinde doğal olduğu gibi, küçüklü büyüklü birçok kulüp pastadan kendi payını kapma ve büyütme derdinde.
Peki kurulmak istenip yarı yolda kalan Avrupa Süper Ligi neyin nesiydi? Avrupa’nın en büyük, en çok para yatırılan, en pahalı futbolcuların oynadığı kulüpleri kendi liglerini kuracaktı. Böylece kendi kulüplerinin izlenme oranlarıyla oluşan pastayı, maç yapan küçük kulüplerle paylaşma derdinden kurtulacaklardı. Yani Avrupa futbolunda bir nevi kartel olacaklar, karlarını ve etki güçlerini arttıracaklardı. Avrupa genelinde bu ‘prestijli’ kulüplerin elini zorlayan durum ise elbette salgının yarattığı ekonomik kriz oldu. Onlar da böyle bir hamle ile kendi karlarını sağlama almak istediler ama boşa düştüler. Devlet yönetimlerinin bile tepki vermesiyle birçok kulüp ligden çekildi, plan ölü doğmuş oldu.
Benzer tartışmalar Türkiye’de de yıllardır üç büyükler ve Anadolu takımları arasında da sürüyor. Büyükler yayın gelirlerini kendilerinin yarattığını, bu nedenle paylaşımın da buna göre olması gerektiğini anlatıyor.
Futbolda kar oranları seyircilere bağlı, o nedenle yaşananlar gözümüzün önünde cereyan ediyor. Ama burada yaşanan durum futbola özel değil, başka sektörlerde de tekrarladığı ve tekrarlayacağı kaçınılmaz bir gerçek. Ekonomik krize kaynakları ve bağlantıları nedeniyle daha dayanıklı olan büyük şirketler, böyle süreçleri küçükleri yutmanın bir fırsatı olarak görmekte ve her zaman kendi pazar paylarını arttırmanın yollarını aramakta. Futbolda yaşanan da bu kapitalist düzenin genel bir olgusunun özel bir biçimi. Ortada romantik olunacak bir şey kalmayalı çok uzun zaman geçti.