Örgütlenme Neye Dayanmalı?

Ekonomik krizin sonuçlarının gündemden düşmediği, emperyalizmin savaşlarının her gün konuşulduğu ve ülkede yaklaşan seçimlerin tüm politik hayatı hareketlendirdiği bir dönemdeyiz. Tüm bu meselelerin toplumu politikleştirmesinden, siyasi fikirleri konuşup tartışmaya yönlendirmesinden memmun olmalıyız.

Elbette bu dönem bizler için bu düzenin temellerini, çelişkilerini, çıkmazlarını göstereceğimiz, herkesi kapitalizme karşı kolektif bir mücadeleye davet edeceğimiz bir süreç olacak. Böyle bir dönemin sebep olduğu canlı bir örgütlenme sürecinin en önemli kavramları da açıklık ve sadelik olmalıdır.

Düzen karşıtı bir örgütlenme her zaman burjuva ideolojisinin saldırılarının hedefi olur. Mücadelenin gereksizliği, yanlışlığı hep anlatılır. Yerleşik politik görüşlere karşı yıkıcı eleştiri devrimci bir mücadelenin olmazsa olmazıdır. Ancak bu görüşler düzen tarafından insanları korkutma aracına dönüştürülür. Bunlar tutmazsa da subjektif bir bakışla devrimcilerin kendileri hedefe konulur. Bunların hepsinin tek çaresi mücadelenin hedefi, kapsamı ve yöntemi ile ilgili sapmaz bir açıklıktır. Sağlam bağlar ancak bu açıklık ve doğruluk üzerinden kurulabilir.

Maalesef burjuva ideolojisinin saldırıları karşısında düzen karşıtı bir örgütlenme çoğu zaman bu örgütlenmeyi gerçekleştirenler tarafından bile bir “kandırmaca” olarak ele alınabiliyor. Bunun üzerine bir de SSCB’nin dağılmasının getirdiği tüm dünyada on yıllardır süren yenilgi atmosferini ekleyelim. Bu tablo dünyayı değiştirici özne olarak işçi sınıfına güvenilmemesini, siyaseten yaslanılacak başka dayanaklar aranmasını doğurur. Ancak bu güvensizliğin ve sapmaların sonucu hiçbir zaman olumlu olmaz, yalnızca kısa bir süreliğine öyleymiş gibi görünebilir. Biraz kalabalık, geçici zaferler, hızlıca sönen bir heyecan… Sonu ise hep yenilgidir. Geriye kalan da büyük bir karamsarlık, umutsuzluk ve geri çekiliş olur.

İşçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin ‘engebeli, dolambaçlı ve sarp yolu’ ancak sağlam bir örgütlenme ile yürünebilir. Bu sağlamlık da ancak işçi sınıfının iktidar olma perspektifinden doğabilir. İnsanları mücadeleye çağırırken açık olunacak nokta budur. İşçi sınıfının siyasi gücü ancak emek verilerek, çaba göstererek, kafa yorarak büyütülebilir. Hiçbir seviyede hazıra konulamaz.

Elbette geniş kitlelerin örgütlenmesinde işçi sınıfının büyük zaferlerinin ve atılımlarının yokluğu büyük bir zorluktur. Hem dünyada, hem de ülkemizde geniş kitleleri sosyalizm mücadelesine çekebilecek örnekler yoktur. Ancak tüm bu yokluklara rağmen işçi sınıfının mücadelesine güven duymamamız ve başka bir yerden güç almamız mümkün değil. Ne kahramanlar ve kahramanlıklar, ne başka toplumsal kesimler, ne kimlik mücadeleleri işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin yerini tutamaz.

Bu nedenlerle örgütlenmede de başka bir hikaye anlatmamız mümkün değil. Güncel olarak bir yenilgi dönemindeyiz, bunun bilincinde olmalıyız. Ancak işçi hareketinin gücü azsa az, çoksa çoktur. Şartlara rağmen fikirsel dayanak noktamız bir tek odur. Evet, şu anda meydanları fethedemez, bir hareketiyle hükümetleri deviremez. Ancak güncel gerilik başka bir dünya ihtimalinin nerede olduğunu değiştirmez. Bu düzeni yıkıp yeni bir dünyayı kurabilecek olan bir tek güç işçi sınıfıdır.