Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı gündemimizi yurtdışına çevirdi. Biden’ı, Putin’i, NATO’yu ve Avrupa Birliği’ni konuşuyoruz. Ancak emperyalist savaşların arkasındaki asıl nedenin ülkelerin sermaye sınıflarının birbirleriyle rekabetleri ve düşen kar oranları olduğunu unutmamalıyız. Savaşlar nasıl kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu ise sürekli krizlere giren ekonomiler de böyle. Türkiye’deki ekonomik krizin sebep ve sonuçlarını incelediğimiz kadar dünyadaki durumu da gözden kaçırmamak, aradaki bağları, benzerlikleri ve farklılıkları tespit etmek gerekir. Bunun ötesinde işçi sınıfının diğer ülkelerdeki ekonomik kazanımlar için verdiği mücadeleler bizler için de dersler ve deneyimler içerecektir.
Böyle bir çerçevede başta ABD’de olmak üzere en büyük sorunun enflasyon, yani ürünlerin artan fiyatlarının olduğu görülebilir. Elbette AKP grup başkanvekilinin yaptığı hesaptaki gibi, yüzde 10’a varmayan oranların Türkiye’deki enflasyon ile karşılaştırılması mümkün değil. Ancak aradaki uçurum dünyada işlerin çok iyiye gittiğini düşündürmemeli. Dünyadaki durum ile Türkiye’deki arasında gözden kaçırılamayacak ilişkiler var. Türkiye’deki ekonominin kötü gidişatını dünyadan izole şekilde, yalnızca siyasi iktidarın hataları düzeyinde görmek bizi düzen içi bir eleştirelliğe sıkıştırır. Ekonomik krizlerin sebebi belli yöneticilerin, hükümetlerin politikalarına bağlandığı anda liberal ekonomistlerin görüşleri kabul edilmiş olur. Ondan sonra gelsin ekonomi uzmanları, IMF politikaları, halkın zararına patronların yararına tedbirler. Bu tuzağa düşmeyeceksek şunu kabul edebiliriz; Türkiye’deki kadar yıkıcı şekilde olmasa da dünyada da ekonomideki ana sorunun enflasyon gibi görünmektedir. Bu oranlar düşük olsa bile gelişmiş ülkeler için büyük sallantıların ve işaretleri olabilirler.
Dünyadaki enflasyonun en önemli sebebi olarak salgın sırasında düşen üretim seviyelerinin normale dönüş sonrasında artan taleplere yetişememesi gösteriliyor. Salgının dünyadaki ekonomik faaliyetlere etkisi başka varyantlarla devam ediyor. Tedarik zincirlerinde, gıda üretiminde ve enerjideki darboğazlar gelişmiş Batı ülkelerinde de enflasyonu arttırıyor. Güncel bir örnek olarak Rusya’ya Ukrayna nedeniyle uygulanacak yaptırımlar, özellikle Avrupa’daki enerji maliyetlerini arttıracak.
Bu enflasyon oranlarının sadece fiyat artışıyla sınırlı kalmayan sonuçları da olacak. Temel olarak ABD Merkez Bankası’nın enflasyona yönelik ana önlemi politika faizlerinin arttırmak ve dünya piyasalarına da verilen doları kısmaktır. Ucuz kredi imkanlarının azaltılmasına sermaye güçlerinin vereceği tepki de genel olarak maaşların baskılanması olacaktır. Dünya çapında böyle bir eğilim elbette işçi mücadelelerini de tetikleyecek. Salgın döneminin sonlarında birçok ülkede ekonomik mücadelelerin arttığını zaten görüyoruz. Bu eğilimin büyüyerek devam etmesi mümkün.
Dünyadaki enflasyon tedbirlerinin Türkiye gibi ekonomisi dolar kuruna bağlı ülkelerde de ciddi sonuçları olacaktır. AKP iktidarının ekonomide ülkeyi getirdiği son nokta dolar kurunun pamuk ipliğine bağlı bir şekilde dengede tutulmasıdır. Ancak ABD Merkez Bankası’nın faiz arttırımı şu anda dışarıdan zaten gelmeyen sıcak dövizin damlamasını bile bitirebilir. Buna yaz aylarında Rusya’dan gelmesi beklenen turizm gelirlerinin gelmemesi tehlikesini de ekleyelim. Siyasi iktidarın ekonomiyle ilgili planları şimdiden çamura saplanmış gibi gözüküyor.
Elbette bu olguların bağlandığı en önemli nokta, önümüzdeki dönemde tüm dünyada şimdikinden daha yakıcı hale gelecek işçi hareketleri olacaktır. Geleneksel sendikal eğilimler yine tüm dünyada tartışma konusu haline gelecek, sosyalistlerin ekonomi programları gündemde daha çok yer kaplayacak. Ekonomik krizler yaratan kapitalizm dünya kamuoyunda daha büyük tartışmaların odağı olacak. Bu öngörülerle yeni mücadelelere hazırlanmak, imkanları kazıp çıkarmak da bizim görevimiz.