Kılıçdaroğlu’nun çağrısı ile bir araya gelen parti başkanları ve verdikleri ittifak görüntüsü günlerce konuşuldu. Millet İttifakı’nın genişleme hamlesi olan toplantıda Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çerçevesi üzerine anlaşmaya varıldığı anlaşılıyor.
Ülkedeki sorunlara çözüm olarak sunulan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem şu ana kadar çokça dillendirildi ancak somut hale getirilebildiğini söylemek güç. Ülke yönetiminde tek bir kişinin yerine bir parlamento işleyişinin olması elbette daha doğru ve demokratik olandır. Yine de bunun her meseleye tek çözüm olması mümkün değil. Ancak tartışmalar asıl olarak içerikteki zayıflıkla ilgili değil, CHP’nin ittifak politikası üzerineydi.
CHP’nin AKP’ye karşı uzun süredir güttüğü strateji, kendisinin sağında duran partileri bir araya getirmek. Millet İttifakı’nın ortaya çıkışı da, son yapılan toplantı da aynı stratejinin sonucu. Babacan ve Davutoğlu’nun AKP’den koparak kurduğu partiler elbette böyle bir ittifakın doğal ve potansiyel üyeleri.
CHP’nin bu stratejisi elbette eleştirilmeli ancak son yapılan toplantı bu sürecin yalnızca en güncel sonucu. Aynı strateji 2019 yerel seçimlerinde de uygulandı ve başarı kazanıldı. Hatta gelecek seçimlerde de siyasi iktidara karşı aritmetik olarak başarılı olabileceği ortada. Bu olgular bu stratejiye meşruluk kazandırıyor. CHP’nin bu stratejiyi rahatça sürdürmesinin asıl sebebi; bu süreçlerde sol tarafından yöneltilmesi gereken eleştirilerden kaçınılması ya da bu eleştirilerde ikna edici temel noktalara parmak basılamaması.
Özellikle 2019 yerel seçimleri, yine ekonomideki kötü gidişatın gündeme geldiği, hatta iktidar tarafından tanzim satış noktalarının kurulmak zorunda kalındığı bir süreçti. Belediye seçimleri şehirlerin emekçilerin çıkarlarına göre nasıl yönetilebileceğinin gündeme getirilmesi için önemli bir fırsattı. Ancak sol büyük oranda ekonomik krizi temel bir odak noktası olarak gündemine almayı reddetti. Böyle olunca elde yalnızca ‘AKP gitsin yeter’ sözü kaldı. Bu söz de yalnızca CHP’nin ittifak stratejisini meşrulaştırdı.
Altı partinin yaptığı toplantının sonuçları, siyasi iktidara benzer şekilde bu ittifakın da en zayıf noktasının ekonomik kriz ile yüzleşememek olduğunu göstermeli. CHP’nin başını çektiği ittifak, hala daha ülkenin tek temel sorununun başkanlık rejimi olduğunu ve bu düzelirse ekonomi dahil tüm alanlarda iyileşmelerin kolayca hallolacağını iddia ediyor. Bu önerme, AKP’nin olası gidişinden sonraki hükümetin ekonomide var olan işleyişlere dokunmaya ne kadar isteksiz olduğunu gösteriyor. İşte bu nokta derinlemesine eleştirilmelidir. Soldan güncel olarak öne sürülen eleştiriler ise hala daha ‘Biraz az sağcı olun’ seviyesinde kalıyor. Bu tarzda eleştiriler, toplumu CHP’nin fikirsel etkisinden kurtarmak için yeterli değil.
Altılı toplantıyla ilgili bir diğer önemli konu ise HDP’nin o masada olmaması. Bu durumun HDP tarafından da bir oranda kabul edilen bir sebebi siyasi iktidarın provokatif saldırı ve söylemlerini önlemek. Ancak bu durum olmasaydı bile, altı partinin yalnızca politik konumları dahi HDP’nin orada var olmasına bir engel sayılabilirdi. Akşener ile, Karamollaoğlu ile, Davutoğlu ile yan yana bir ittifakta bulunmak, demokratik ilkeler düzleminde bile tartışmalı. Elbette bu altı partinin ittifakının siyasi iktidara karşı demokrasi mücadelesini nasıl taşıyacağı da çok tartışmalı. Şimdiye kadar birçok örnekte alınan tutumlar, tutarlı bir demokratik bakışın olmadığını gösteriyor.
Sonuç olarak altılı fotoğrafın kısa süreli bir durumun sebebi değil, somut koşulların da baskısı altında uzun bir sürecin sonucu olduğunu kavramalıyız. Bu karedekilerden büyük beklentilere ya da oradakilere büyük tepkiler ifade etmeye gerek yok. Emekçiler açısından siyasi iktidarın baskı rejiminin geriletilmesinde büyük bir rollerinin olacağı açık ancak bu rolün birçok noktada sınırlı kalacağı herkesin malumu. Sosyalistlerin yürütmesi gereken sınıf siyaseti zeminindeki demokrasi mücadelesi elbette bu ittifaktaki öznelere rağmen, hatta biraz da karşısında yürüyecek.