Uzun bir süredir ana gündemimiz olan ekonomik kriz artık gündemden hiç düşmüyor. Alım gücünün yıldan yıla, aydan aya değil günden güne düştüğü bir süreç. Sermaye sahiplerinin servetine servet kattığı, her gün emeğini satmak zorunda olanların kölece yaşam şartlarının hayatımızın her alanında yüzümüze çarptığı bir dönem içerisindeyiz. Ancak böyle ekonomik kriz süreçleri ne Türkiye’de, ne de dünyada ilk. Tarihin tekerrür ettiğini farketmemiz kaçınılmaz.
Dünyadaki ekonomik kriz örneklerinden birkaçını hatırlamak, yaşadığımız durumun Türkiye’ye özel olmadığını hatırlamamıza yardımcı olacaktır.
ABD’nin 2007-2010 arasında yaşadığı mortgage krizi de bunlardan sadece bir tanesi. "Mortgage-Backed Securities" (Konut Kredisine Dayalı Menkul Kıymetler) adlı yeni bir yatırım yöntemi ile herkese konut satışını hedef alan bu girişimde toplumun her kesimine düşük kredi notları ile konut alımı teşvik edildi. Krediler verildi, emlak fiyatları artmaya devam etti. Belli başlı bankalar ve emlak sektöründeki özel şirketler için ani bir kar artışı yaşandı. Bankalar, düşük gelirli insanlar için yüksek faizli krediler(subprime) verdiler de verdiler. Bankalar kar elde edebilmek için normal kredi verilebilecek iken yüksek faizli krediler tercih edildi. Tüm reklam araçlarıyla insanları bu kredileri almaya teşvik ettiler.
Ancak bu balonun patlayacağı vakit de geldi. Bu kredilerin ödenememesi üzerine emlak sektörü çöktü. Sadece emlak sektörü değil, bu ödenemeyen kredilerle para kazanan dev finans şirketleri de iflasla yüz yüze geldi. İnşaat sektörüne yapılan yatırım, kısa süreli karlar etmesine karşın ayakta duramadı, kendisiyle beraber tüm finans borsalarını büyük değer kayıplarına sürükledi. Bu sorun devletin bazı büyük şirketleri kurtarması ile göreceli olarak atlatılabildi. Ancak krizden sorumlu sermayedarlar servetlerine servet katmaya devam ettiler.
Bir diğer ekonomik kriz örneği olarak 1997 Asya Mali Krizi’nden bahsedebiliriz. Özellikle Güney Asya ülkeleri yüksek faizli ekonomi politikaları ile yabancı sermayedarlara göz kırptı. Ucuz iş gücü, uluslararası ticarette sınırların kaldırılması gibi neoliberalizmin uygulanması anlamına gelecek kararlar alındı. Sermaye sahiplerinin önündeki engelleri kaldırıldı, rahat bir şekilde halkı sömürerek sermayelerini kat kat arttırmalarına olanak sağlandı. Bu sayede Güney Asya ülkelerine yüksek miktarlarda sıcak para girişi oldu. 1980’den 90’ların başlarına kadar Tayland, Malezya, Endonezya, Filipinler, Singapur ve Güney Kore ülkelerinin ekonomileri %8 ile %12 arasında büyüdü. Ama yaşanan neoliberalizmin büyümesiydi. Büyüme her zaman olduğu gibi sermaye gruplarının karlarının büyümesiydi. Ve her zaman olduğu gibi sistemin getirisi olarak kriz kaçınılmazdı.
1990’ların sonuna doğru cari açıkta büyük artış görüldü. Ülkelerdeki krizin yavaş yavaş ortaya çıkması ile para birimleri ve borsalar değer kaybetti. Ekonomik gidişatın sürdürülebilir olmaması ve o dönem Amerika’daki yüksek kısa vadeli faiz oranları nedeniyle sermayedarlar Asya ülkelerini terk ederek Amerika’ya gittiler, bu da krizi daha da derinleştirdi. Böylece kriz küresel bir kriz haline geldi. Krizden en çok etkilenen ülkeler Tayland, Endonezya ve Güney Kore olmasına karşın etkileri tüm dünyada hissedildi.
Bu krizler yakın tarihteki iki örnek ancak sayısız benzer süreç yaşandı, daha da yaşanıyor. Esas olarak fark edeceğimiz şey; asıl sorunun yalnızca iktidar partisi veya devlet başkanı düzeyinde olmadığıdır. Sorunlu olanın sistemin kendisi olduğudur. Kapitalizm kriz çıkarır. Kapitalizmin doğasıdır bu.