Krizin Sebebi, Sonucu ve Hedefimiz


Ekonomik kriz her gün başka şekillerde gündeme geliyor. Marketlerde gün gün değişen etiketlerden benzine, ekmekten, tuvalet kağıdına kadar birçok ürüne rekor zamlar geliyor. Emekçi halk her gün sokak röportajlarında geçinemediğini anlatıyor. Esnaflar işlerini sürdürememekten, maliyetlerden yakınıyor, zam yapmaya zorunlu kaldıklarını anlatıyor. Hatta bir üretim sürecinin başındaki sermaye kesimleri bile dolar kurundan, artan hammadde giderlerinden şikayet ediyor. Yani bir krizden beklenebilecek tüm sonuçlar görülebiliyor. Bu durumu AKP dışında reddeden yok ancak bu krize karşı sunulan çözüm önerilerinde belli farklar var.

Ekonomik krizle ilgili bir çözüm önermeden önce bu gidişatın sebeplerinin iyi anlaşılması gerekir. Bu ekonomik kriz temelde ülkede uygulanan neoliberal politikaların dünyadaki durumla birlikte sürdürülemez noktaya gelmesiyle başladı. Yabancı sermaye akışı azalınca ülkedeki üretim sürecinin ihtiyaç duyduğu döviz kaynakları kurudu, dış borcun çevrilmesi imkansız hale geldi. AKP iktidarının ilk döneminde yaşanan dış kaynaklı bolluk kalıcı üretim olanakları yaratmadığı için musluğun suyu kesilince ekonomi de teklemeye başladı. Sermaye kesimlerinin çeşitli şekillerde paylaştığı pastanın boyutu gittikçe küçüldü. Şu anda geldiğimiz durumda da siyasi iktidar sert bir karar vermek ve ekonomide belli bir kötüleşmeyi, emekçilerin alım gücünü düşürmeyi göze alarak bir çıkış ihtimaline sarılmak zorunda kaldı.

Elbette ekonomide bu inişli çıkışlı sürecin tamamında değişmeyen bir politika vardı; o da emekçilerin mücadele gücünü olabildiğince kırmaktı. Neoliberalizmin alamet-i farikalarından sendikalarda örgütlenmeyi engellemekten, grevleri yasaklamaya kadar her yöntem kullanıldı. Elbette ekonomi politikalarından işçi sınıfına düşmanlığa kadar neoliberal politikalar AKP iktidarıyla başlamadı ancak AKP ile birlikte en yüksek seviyesine çıkarıldı.

Eğer ekonomik kriz onlarca yıldır uygulanan bu politikaların ürünüyse önerilecek çözümler de buna uygun olmalıdır. Ekonomik krizin asıl sebepleri ülkede sürdürülen ithalata dayalı üretim biçimi, sermayenin yerleşmiş eğilimleri ve işçi sınıfının gücünün kırılmasıdır. AKP’nin hatalı olduğu iddia edilen ekonomi yönetimi de bu bütünselliğin içindedir. Yaratılan rant ve beton ekonomisi, yandaşlara ihalelerle akıtılan kamu kaynakları, hiçbir şey üretmeyen megaprojeler gibi örnekler de ancak bu şekilde anlam kazanabilir. Yani ülkedeki temel ekonomik işleyiş ve işçi sınıfının gücü, alabildiği konum değişmediği sürece ‘yüksek faiz oranlı, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını gözeten, hatalı değil akıllıca’ hiçbir ekonomi programı bu krize çözüm olamaz.

Bunun yanında ekonomik krizi yalnızca birkaç ayın yakıcı gündemi olarak görmek ve en genel önerilerle geçiştirmeye çalışmak da hatalıdır. Ekonomik gidişat iktidarın tüm yönelimlerini, gelecek seçimlerdeki konumları ve hatta bir sonraki seçimdeki süreçleri bile belirleyecek kadar yakıcı durumda. İktidarın önerdiği ekonomi politikası, yani ‘Çin modeli’ gelecek emekçi kuşakları bile ilgilendiriyor. Muhalefetin önerdiği ‘normale dönüş modelinin’ sonuçları, yani olası kemer sıkma politikaları önümüzde. Bu olasılıkların hiçbiri bir günde durdurulabilecek, tek afilli harekette engellenebilecek tehlikeler değil. Hepsi şimdiden başlanması gereken uzun mücadele süreçleri gerektiriyor.

İşte bu nedenlerle ilk hedef olarak işçi sınıfının mücadele imkanlarının arttırılması koyulmalı. Örgütsüzlük işçi sınıfının geniş kesimleri için kader olmaktan çıkarılmalı. Sendikaların kötü ünleri kötü hatıralar olarak kalmalı. İşçilerin mücadele araçları olarak öne atılacak sendikalar tuğla tuğla dikilmeli. Yıllardır bu ülkenin kaderini belirleyen patronların güçleri sürekli ve politik bir mücadele ile kırılmalı. Burjuvazinin emekçilerin önüne koyduğu tüm ekonomi politikalarını çöpe atabilecek bir hareket yaratılmalı. Ekonomik krizin kapsamına ve derinliğine uygun olan sonuç budur. Hedeflerimiz bu kadar keskin olmazsa yürüyüşümüz zorlaşacaktır.