Erdoğan bu akşam yaptığı konuşmasında iktidarın ekonomi politikasının ayrıntılı bir savunmasını verdi. Ekonomik krizin sonuçlarının varlığını kabul etti ancak küçümsedi. Birazcık fahiş fiyattan, birazcık küresel enflasyondan bahsetti. Uyguladıkları düşük faiz politikasının bir vadede daha iyi sonuçlar getireceğini iddia etti. Erdoğan’ın politikalarını açıklamak ve savunmak zorunda kalması, ‘Böyle bir sorun yok’ söylemlerinin bir yere kadar gidebildiğini de gösterdi.
İktidara göre ülkenin ithalata dayalı ekonomisini ve onun çıkmazlarını çözmenin yolu rekabetçi bir kur ile patronların önünü açmaktan geçiyor. Salgın döneminde çokça dillendirilen ancak bir süre ortadan kaybolan fırsat söylemleri de tekrar kullanıma sokuluyor. Rekabetçi kur, liranın değerinin düşmesi ile patronların maliyetlerinin düşmesi demek. Aynı zamanda yabancı sermayenin küçük maliyetlerle büyük imkanlara sahip olabilmesi demek. İktidar için salgın döneminde Çin’den başka yerlere taşınacağı söylenen fabrikaların, yatırımların ve tedarik zincirlerinin yeni merkezi olma iddiası hala geçerli.
Bu fırsatın hala geçerli olup olmadığı ayrı bir tartışma. Ancak ülke ekonomisine çizilen bu yolun bir de kaybedenleri var. Rekabetçi kur demek, yüksek değerli dövizle kazanan patronların emekçilere düşük değerli lira ile maaş vermesi, bu nedenle bir kat daha fazla sömürmesi demek. Ülkede ithalata dayanan her ürünün fiyatının artması, yani yüksek bir enflasyon ve emekçi halkın ekmeğinin daha da küçülmesi demek. İktidar tüm bu sorunları görmüyor mu? Erdoğan gördüklerini açıkladı. Ancak bazen reddederek, bazen küçümseyerek, bazen de halka diş sıkmayı öğütleyerek bu süreci atlatabileceklerini düşünüyorlar.
Bu planın birden çok deliği var. İlk olarak, sermaye kesimleri bile böyle bir politikanın ne kadar işe yarayacağından emin değil. İktidarın izlediği yol yüksek bir değerde de olsa döviz kurunun bir denge bulacağını varsayıyor. Ancak dolar kurunun hangi seviyede duracağı kestirilemiyor. Erdoğan’ın düşük faizli kredilere rağmen yatırım yapmayan patronlardan şikayet ediyor. Ancak düşük faizle alınan kredilerin dolara yatırılmasının ve artan kurla herhangi bir yatırımdan çok fazla para kazanılmasının önünde hiçbir engel yok. Ayrıca döviz kurlarındaki belirsizlik tüm piyasa işleyişine koca bir güvensizlik bulutu getiriyor. Ne alan, ne satan, ne üreten bir hafta sonrasında işlerin nasıl olacağını tahmin edemiyor. Bu belirsizlik devam ettikçe dolar kurunun artışı da devam edecek, patronların şikayetleri de.
İkinci olarak izlenen politika, çalışan tüm kesimlerin alım gücünün düşmesine ve yerli yabancı patronlar tarafından bir kat daha sömürülmesine dayanıyor. İçeriden veya dışarıdan tüm sermaye kesimlerine denilecek olan şu: Ülkemizde daha fazla kar etmenizin, yani daha fazla sömürmenizin yolunu açtık. Desteği her gün daha da eriyen bir iktidarın böyle bir süreci seçime kadar sürdürmesi imkansız. Erdoğan’ın ‘ekonomik kurtuluş savaşı’ söylemleri kendi çekirdek kitlesinden başka kimseyi ikna etmiyor. Hiçbir toplumsal kesim AKP bir kez daha iktidarda kalsın diye zaten kısıtlı ekonomik imkanlarından vazgeçmeye gönüllü değil.
Tüm bunlar daha öncelerde dış politika gibi örneklerde gördüğümüz bir sıkışmışlık haliyle daha karşılaştığımızı gösteriyor. İktidar elbette elinden geldiğince manevra yapacak ancak gidebileceği yerler çok sınırlı. Ekonomideki sıkışmışlık, diğer alanlardan farklı olarak iktidara verilen desteğin tüm temellerini sarsıyor.