Rize, Van, Malatya, Çanakkale… Bunlar bir çırpıda sayabileceğimiz, yakın zamanda doğaları için direnmek zorunda kalan şehirler. Ya bir madene, ya bir taş ocağına ya da termik santrallere karşı duruyorlar. Ormanları, ekosistemleri ve tüm canlılığı savunuyorlar. Karşılarında ise demirden bir ahtapot var, kollarıyla her yeri sarmış. Bir avuç kalmış yeşilde, bir avuç mavide bile kendi karından başka şeyi görmüyor.
Ahtapotun kolları uzun. İhale yasasından başlıyor, bakanlardan vali ve kaymakamlara kadar uzanıyor. Hukuki süreçler askıya alınabiliyor. Kolluk güçleri bu ahtapot için halkın karşısına geçebiliyor. Tüm devlet erkanı bu ahtapota bağlı çalışıyor, ne emrederse yapıyor.
Ülkenin her yerinde bir kolunu gördüğümüz korkunç ahtapotun bir adı var, o da kapitalizm. Kapitalizm üzerinden kar edemediği bir karış toprak, bir avuç su kalsın istemez. Kuşların uçtuğu ama kervanların bile geçmediği ücra köşelere o betonu dökmek, oranın kaynaklarını kurutmak ister.
Doğayı savunan halk tek tek şirketlere değil işte bu ahtapota karşı savaşıyor. Kapitalizmin felaketlerini reddediyorlar. Bu düzen durdurulmazsa olacakları Marmara Denizi’nde görüyoruz. Ülkenin birçok noktasındaki direnişler de bu sonuçları herkesin gördüğünü ve deneyimlediğini gösteriyor. Ahtapotu yeneceğiz, doğayı kurtaracağız.